20 Aralık 2015

Zen Ustası Dōgen

20 Aralık 2015 0
Kaç zamandır izlemeyi planladığım bir film vardı. Zen. Bu gece nihayet izleyebildim. 2009 yapımı olan bu film, Japonya'daki Sōtō Zen okulunun kurucusu olan zen ustası Dōgen'in hayatını anlatıyor. Bilenler bilir (nereden bileceksiniz Allah aşkına...) zen ile biraz ilgiliyimdir. Aslına bakarsanız, evren hakkında bir şeyleri anlamaya ilgiliyim, zen de bu bakımdan oldukça kendine özgü bir yoldan içimi gıcıklıyor. Elbetteki böyle lakayıt bir tavırla konuya yaklaştığımıa bakmamak lazım, çünkü aslında zen öğretisini -sanıyorum ki- dünyadaki tüm mevcut din, öğreti ve ideolojilerden daha fazla ciddiye alıyorum.

Konudan sapmadan (ki sapsam belki de daha iyi olur) işbu gönderinin amacına gelirsek, işte bu filmde Dōgen ile hiç olmazsa genel hatlarıyla bir şeyler görmüş oldum ve daha sonrasında internette biraz daha araştırma yapayım dedim. Eh, gene bir şeyler araştırmışken (hele ki zen ile ilgiliyken) bencillik etmeyeyim de başkalarıyla da paylaşayım dedim elime geçenleri.

23 Kasım 2015

Çok Çok Kısa Bilim Kurgu Öyküleri

23 Kasım 2015 2
Gene boş zamanı hayatıma katık etmiş beni oyalayacak ne bulabilirim diye sanal ağ üzerinde fink atarken, Twitter'da da zaman zaman denediğim "kısa öykü" konsepti için İngilizceyi kullanan dünyanın diğer insanları ne ürünler vermiş acaba diye şöyle bir bakayım dedim.

İrili ufaklı birçok hikayeyi not ettim bir kenara, bunu ileride çeviririm şeklinde de kendime telkinde bulundum. Böyle böyle artık monolog mu desem diyalog mu desem gırla akarken zihnimde, oldukça sevimli bir site ile kaşılaştım.

Sitenin adı Six Word Stories. Yani diyor ki, Altı Kelimelik Hikayeler. Sitenin kendisinde çeşitli kategoriler bulunuyor, ama hemen ilk önce bilim kurgu kategorisine atladım. Açıkçası umduğumdan çok daha çekici hikayeler buldum.

E, madem bir şeyden keyif aldım, bunu muhtemelen hepi topu 3-5 kişinin girdiği bu bloga da aktarayım dedim, malum böyle bir şeyden eksik kalırım diye içimde bir fırtına kopar sonra ki, durdurabilene aşk olsun.

15 Kasım 2015

Karınca

15 Kasım 2015 0
Nasıl diyeceğini bilemedi Bay Josef. Önce bir öksürükle gırtlağını temizledi, sonra bu yaptığına içerledi. Bir karıncayı ensesinden yakalamış, onunla göz göze gelmeye çalışıyordu. Bir bakıma, yaptığının uygunsuz kaçtığının farkındaydı. En azından, "Bu yaptığın çocukluk!" dese biri ona, hiç sesini çıkarmadan denileni kabul ederdi. Oysa şimdi evini basmış olan karıncalardan başka kimsesi yokken ve zaten kimsenin onu karşısına alıp da akıl vermeyeceğinden adı gibi eminken böyle şeyleri dert etmiyordu.

Tekrar söze girmeye çalıştı. Karşısında bir karınca vardı ve gözlerini sürekli kaçırıyordu. Karıncanın bir gözü olup olmamasının hiçbir önemi yoktu bu durumda. "Bir karınca bile," diye iç geçirdi Bay Josef, "benimle göz göze gelmek istemiyor!" Elbette ki birçok bakımdan yanılıyordu gene Bay Josef. Sonuçta bir karınca ve insan arasındaki ilişki asla sağlıklı bir biçimde ilerleyemezdi. Bu sefer, gerçekten de sorun tek taraflı değildi ve tüm yükü Bay Josef çekmemeliydi. Oysa çoktan kararını vermişti; karıncanın kendisini sevmediğini, ama yine de onunla konuşacağını kafasına koymuştu.

Dizlerinin ağrıdığını hissetti. Odasının ortasında birden bire kocaman bir karınca yuvası belirdiğinde, olduğu yere çöküp kalmıştı Bay Josef. Geleceği bir anlığına görmüştü. Neler olacağını çok iyi biliyordu. Ağlamaklı oldu Bay Josef. Ne yazık ki ortada çok basit bir çıkmaz vardı, yine de şansını denemeye kararlıydı.

4 Kasım 2015

Rüya Odası

4 Kasım 2015 0
Gözlerini zorlukla açtı. İşe gitmek istemiyordu. Kim isterdi ki! Öylesi güzel bir rüyadan uyanmayı kim isterdi! Tam da oğluna verdiği öğüdün en güzel yerindeydi. Diyecekti ki ona, sakın ama sakın pes etme. Bırakma kendini diyecekti. Neyi istiyorsan ve kimi istiyorsan peşinden git onun. Kaybedebilirsin elbet, ama denemiş olacaksın en azından. Bunları söyleyecekti oğluna; ya da bunlara benzer şeyleri işte. Söyleyemedi, olmadı, uyanması gerekti çünkü. Olsun. Yarın söylerdi belki. Gülümsemesi için işte güzel bir sebep. Yarın söyleyebilirdi. Belki.

Kalktı, oda soğuktu sanki biraz. İçi ürpermiş de olabilirdi. Önemsemedi bunu. Isı artardı nasıl olsa birazdan. Ah şu yeni nesil evler diye geçirdi içinden, onlar olmasa ne yapardım! Gerçekten de öyleydi. Onlarca isim değiştirdi pazarlanmak için. Kişiye özel evler denildi bunlara, teknolojinin son noktası diye de eklendi. Dostunuz ve aileniz olacak diye savundu koca koca insanlar bu evleri. Sizi anlayacak bu evler. Hissedecek sizi. Mutlu olmanız için elinden geleni yapacak. Aylarca, yıllarca bunlar konuşuldu. Güvenlik sorunları tartışıldı. Haklı da bir tartışmaydı bu. Çünkü herkes farkındaydı bu evlerin tanrısal bir güçle hareket etmediğinin; içinde oturanın hayatına dair neredeyse tüm verilerini topluyordu. Sürekli bu işi yapıyordu. Her türlü değişkeni depoluyordu. Aslına bakılırsa, özel yaşama dair pek bir şey kalmıyordu geriye. Yine de huzur vadediyordu bu evler. Uyandığınızda, odayı vücudunuza uygun sıcaklığa getiriyordu. Kahvaltı için ne gerekiyorsa, siz daha uyanmadan hallediyordu. Sevdiğiniz müzikleri çalıyordu. Hem de ruh halinizi yüzünüzden ve beden dilinizden okuyarak. Duvarların rengi bir anda değişebiliyor, aniden hoşunuza gidecek bir televizyon programı önünüze gelebiliyordu. Sizi neşelendirmek için elinden geleni yapıyordu ev. Yine de yetmemişti bu kadarı ilk başlarda. Yetmezdi. İnsanlar korkuyordu. Bu kadar işi yapmak için gereken verinin toplanması fikri onları korkutuyordu. Oysa bir gün çok ufak bir eklemeyle bu evler satılmaya başlandı. Tereddütlüydü bu eve yerleşenler. Ama uyudukları ilk gece hiç ummadıkları kadar memnun oldular, yaşam aşkıyla uyandılar. Kimse beklemiyordu böyle bir başarıyı. Her geçen gün daha da yaygınlaştı bu evler. Önceleri şehirlerin esas yerleşim alanlarından uzağa kurulan bu evler, artık şehrin içine de yayılmaya başlamıştı. Eski binalar yıkılıyor, yeni binalar yapılıyordu. Bu gidişle, yalnızca şehrin uzağında kalacaktı alışılan o taş binalar.

3 Kasım 2015

İşler Güçler'in Bulunamayan Müziği

3 Kasım 2015 1
Gerçekten bu başlığı atarken çok utandım. Kabul, bir yandan da içten içe güldüm. Yani, bir bakıma saçma. İşler Güçler'in Bulunamayan Müziği de ne demek allah aşkına? Ama durum tam olarak böyle de değil.

Şöyle ki...

İşler Güçler dizisini bilirsiniz. Birkaç yıl evvel yayınlandı ve severek de izledim. İşte o dizinin kimi sahnelerinde bir müzik çalıyordu ve o müziği de beğeniyordum. Elbette ki yar ve yardımcım Google ile Youtube'da fellik fellik aradım bu müziği ama müzik enstrümentaldi ve müziği aramak için "İşler Güçler Dizi Müziği" gibi bilindik şeylerden başka bir şey yazamıyordum.

Düşünsenize, nasıl yazayım "İşler Güçler Terzi Sahnesindeki Müzik" diye? (Yazdım. Onu da yazdım. Olmadı. Bir şey bulamadım.)

14 Ekim 2015

Emil Cioran - A Century of Writers (1999)

14 Ekim 2015 7
"Nihilist değilim." der E. M. Cioran. Olabildiğince tüm tanımlamalardan ve olumlamalardan sıyrılıp kendisini olsa olsa ve en fazla "şüpheci" olarak tanıtır, ama buna rağmen günümüzde karamsarlığın ve nihilizmin önemli isimlerinden biri sayılmaktan kurtulamaz. Türkçe'ye çevrilmiş Çürümenin Kitabı, Burukluk, Tarih ve Ütopya, Doğmuş Olmanın Sakıncası, Gözyaşları ve Azizler gibi önemli kitaplarının yanı sıra bir de kendisiyle yapılan röportaj ve söyleşilerin bir derlemesi olan Ezeli Mağlup adlı bir kitap bulunmaktadır.

Yapıtları parça parça ve deneme türüne örnek olan Cioran, bütünlüklü bir eser vermekten hem yapısı gereği hem de bilinçli olarak kaçınmıştır. Tarihin ve bireyin sürekli yıkıma gitmekten başka yolu olmadığını savunan Cioran, bizleri felaketlerin beklediğini ve bundan kurtulamayacağımızı söyler.

28 Eylül 2015

Bay Josef

28 Eylül 2015 0
Başına hep şaşılacak işler geliyordu Bay Josef'in.

Bir gün evden çıkarken durmuş, ayakkabılarını çıkarmadan geri dönmüş, mutfağa girmiş ve buzdolabının içine evin anahtarlarını koymuştu. O an yanında biri olsaydı, bunu sinirli bir biçimde yaptığını bile söyleyebilirdi. Neyse ki çok uzun zamandır kimse yoktu Bay Josef'in yanında.

İşten dönerken çilingirciye uğrayan Bay Josef, adamı kolundan tuttuğu gibi kendisiyle birlikte eve sürüklemişti. Bu sefer şaşılacak bir şey olmayacağından emin bir şekilde yanındaki kaba saba adamın işini yapmasını bekleyecekti ki, paspastaki şişliği gördü. Nasıl olduğunu bilmese de, anahtarların paspasın altında olduğu sonucuna vardı Bay Josef. İşin kötüsü, diye düşündü, çilingir de bunu anladı, ama daha da kötüsü, diye devam etti, o da kendisi gibi görmezlikten geldi bunu.

Kafası atmış, keyfi kaçmıştı. Acele et diye bir şeyler mırıldandı çilingire, kendinden utandı, lütfen diye ekledi. Biraz kafa yorsaydı, utanç ile korku arasındaki o garip benzerliği görecekti. Oysa Bay Josef, bu olaydan sonra tam otuz üç yıl yaşamışsa da, asla sahip olduğu kimi duyguların aslında korkunun bir başka biçimi olduğunu kavrayamamıştı.

22 Eylül 2015

Victor Pelevin: Mavi Fener

22 Eylül 2015 1
"Ölü kasabayla ilgili olan hikayeyi duymuş muydunuz?" diye sordu Tolstoy.

Kimse cevap vermedi.

"Pekala öyleyse. Adam iki aylığına bir iş gezisine gider. Döndüğünde, herkesin ölü olduğunu fark eder."

"Nasıl yani, herkes öyle sokaklarda mı yatıyormuş?"

"Hayır." dedi Tolstoy, "Hayır, işe gidiyor, birbirleriyle konuşuyor, kuyruğa giriyorlarmış. Tıpkı önceden olduğu gibi. Ama o hepsinin ölü olduğunu görebiliyormuş."

"Ölü olduklarını nasıl anlamış?"

"Nereden bileyim?" diye cevap verdi Tolstoy. "Ben anlamadım ki, o anladı. Neyse, hiçbir şeyi fark etmemiş gibi davranmaya karar vermiş. Bir karısı varmış, karısını görür görmez, onun da ölü olduğunu anlamış. Onu gerçekten severmiş.

13 Eylül 2015

No Tears for the Dead (2014)

13 Eylül 2015 0
Daha az evvel 2014 yapımı No Tears for the Dead'i (U-neun nam-ja) izledim ve ilk kez -artık adam olayım biraz da diye- bir iki ufak not düşeyim dedim bloga.

Öncelikle, tonla film varken neden tutup da bu filmi izlediğimi açıklayayım. Filmimizin yönetmeni ve aynı zamanda senaristi olan Jeong-beom Lee bilin bakalım hangi filmin de yönetmen ve senaristiydi? Bilebileceğinizi sanmam, çünkü hepi topu üç filmi var bizimkisinin zaten. İlki 2006 yapımı Cruel Winter Blues (Yeolhyeol-nama), ki bu filmi de şu yazıyı yazarken öğrendim, ama muhtemelen unutmazsam uygun bir zamanda onu da izleyeceğim.

Sorunun cevabı olan filmi ise, 2010 tarihli The Man from Nowhere (Ajeossi). İzleyenler de benim gibi düşünmüş müdür bilmem, ancak Güney Kore sinemasının güzide örneklerinden biridir bence bu film. En azından suç, dram, aksiyon kapsamında değerlenrilirse kesinlikle öyledir.

11 Eylül 2015

Ki Ağaç

11 Eylül 2015 4
Aynı ağacın altında tekrar görüşeceğimize inanarak tam yirmi yedi yıl yaşadım. İşin ilginç yanı, ki bence en saçma kısmı da burası, o ağacın altına, ya da yanına, ya da yöresine, ya da işte ona yakın herhangi bir yere tekrar hiç uğramadım. Sadece bir inançla, görüşeceğimiz inancıyla yaşadım. Beklemek de denebilirdi buna pekala, şayet gidip ağacın oraları şöyle bir kolaçan etseydim. En azından bir kere be adam, bir kere, değil mi ama! Ama hayır, beklemek denemez buna, oyalanmak gibi, köşe başında toprağa ayakkabının burnunu daldırmak gibi, cikleti ağızda yuvarlamak veya parmağında oynattığın sümük kuruduğunda onu fırlatıp atmak gibi. Tüm bunların ortak noktası gibi: Anlamsızca yaşadım. Asla benim olmamış ve olmayacak bir inancı boynumdan aşağıya bir kolye gibi sarkıtarak yaşadım. Bir ağaç olup olmadığını veya ilk nerede ve hatta kiminle görüştüğümü bile bir kez olsun düşünmeden yaşadım.  Bir şeyler olacak ve olacak olan o şey eski bir tanıdığı bana hatırlatacakmış gibi yaşadım. Bunun olmayacağını bilerek de yaşadım elbette. Bir sürü zırvanın elini tutarak, yaşadım diyebilmek uğruna, her gün defalarca karşıdan karşıya atladım. Hoplaya zıplaya hem de. Zamanın geçtiğine inanmak için saatlere baktım en çok. Bunda acıklı bir yan yok artık. Bir şey hissediyor bile değilim, çok zorlarsak eğlendiğimi bile söyleyebiliriz. Koltuğa hayal meyal uzanmak, dönen dünya karşısında gözlerini kırpıştırarak boş boş tavana gülümsek bu düpedüz. Böyle değilse bile, diyelim ki değil, ne çıkar! Nasıl tarif edersem, o şeye dönüşüyor yaşamım. En ahmakça yaşam ve en bilgece yaşam arasında bir fark görünmeyeli epey oluyor.

2 Temmuz 2015

Meczup

2 Temmuz 2015 0
Bir fıçının üstünde oturdum yıllarca. (Yıllarca ama yıllarca.) İnanmayabilirsiniz bana, ama inancın gerçeği değiştirdiği nerede görülmüş, söyleyin bana?! Oturdum işte bir fıçının üstünde ve somurttum. (Yıllarca somurttum.) Neden sonra kalktığımda, lüzumsuz bir ağrı -ve sızı- kapladı bedenimi, en çok da o malum yerimi. (Üstüne oturduğum yerimi.) Gülümseyerek sokaklarda dolaşmamı sağlayan bir uyuşukluktu bu. (Anlarsınız ya!) Bir kaşıntı gibi bacaklarıma ve dizlerime dokundu, ayak bileklerim, kan giden her yerim, bir şekilde sarsılmaya ve yürüyor olmamı reddetmeye çalışıyordu. Ama söyleyin bana, yer miyim ben hiç bunları? (Yer miyim, ha!) Yedim, oturdum bir kaldırım taşına bu sefer. Başını önüne eğmiş bir meczuba eşlik etmenin o garip ve tarifsiz hissiyle birlikte gelip geçenleri izledim. (İzledik.) Birbirimize merhaba bile demeden, hatta bir an için bile olsun birbirimizin yüzüne bakmadan, -önce- günlerce ve -ardından- gecelerce aynı yerlere bakıp durduk. Tek kelime etmeden önce o izledi insanları, hemen ardından ben; ve sonra ben izledim, kaldığım yerden o devam etti hiç çekinmeden. Artık ayaklanmak istediğimde, ayıp olmasın diye mutluluğu andıran birkaç kıvrak harekete sarılmış olmalıyım ki, kim bu dercesine kaldırdı başını -bizim şu- meczup. Küçük bir fısıltı yayıldı kulağıma ondan (dudaklarından) doğru, yayıldı da yayıldı, aldı başını gitti, tüm evreni dolaştı. (Kaç yıl sürdü kim bilir bu...) Nihayet, döndü dolaştı ve geri geldi fısıltı; dikildi ikimizin arasına; anlamış olmayı diledim sadece ve çekip gittim! (Hem de hiçbir şey anlamadan...) Tanrıyı işte en son o zaman gördüm.

28 Mayıs 2015

Baht

28 Mayıs 2015 0
Bir şekilde ayağa kalktığımda, elimdeki silaha son kez baktım. Göz ucuyla baktım, anlıyor musunuz, şöylemesine bir gezdirdim gözümü siyahı ve beyazıyla namlunun üzerinde, kalktım, üstümü düzelttim, kulaklarım çınlıyordu, tekrar, tekrar, duyuyor musunuz, tekrar denemeye karar verdim. Bu beyin dağılacaktı. Bundan kurtulmanın bir yolu yoktu. Dün olmadı, bugün, bugün değilse bile yarın, artık an meselesi, bir şekilde parmağım kıvrılacaktı tünediği tetiğin ucunda.

Komşular gelmiş. Polis çağırmışlar. Gürültü ve patırtı koptu. Eyvah eyvahlar. Iskaladım çünkü ilkinde. Nasıl olur? İnsan ölmeyi bile nasıl ıskalayabilir? Şöyle olmuyor mu, yanlışsam düzeltin, n'olur, dayıyorsun silahın ucunu şakağına, mesela sağa, ya da sola, hiç ummadığın bir anda ne olacak sanki dercesine kaydırıyorsun parmağını. Anlık bir oyun gibi, değil mi? Nasıl olur da, nasıl olur da, nasıl olur da bir el bu kadar titrer ve şiddetle kaçıp gider silah elinden. Tavana isabet eden kurşun, neyse ki üst komşuya ziyarete çıkmadan, heder olur gider. Anlamıyorum, anlıyor musunuz, anlamıyorum.

23 Mayıs 2015

Adam Phillips: Tekeşlilik

23 Mayıs 2015 3
Başarılı yalan, sinir bozucu bir özgürlük yaratır.

Bize, ne yaptığımızı kimsenin bilmemesinin mümkün olmadığını gösterir. Başarısız yalan -yakalanma isteği- kelimelerle neler yapabileceğimizden korktuğumuzu açığa çıkarır. Başka bir deyişle, yalan, birtakım olasılıkları el altında tutma yolundan ziyade, bu olasılıkların ne olduğunu keşfetmenin yoludur.

*

Kendimizin belirli versiyonlarını başka insanların zihinlerinde tutmak için çok uğraşırız; tabii ki daha az çekici olan bazı versiyonlarımızın başkalarının zihnine girmemesi için de. Ama gene de karşılaştığımız herkes, biz beğenelim beğenmeyelim, bizi icat eder. Gerçekten de, bizi başka insanların var olduğuna, bizden ne kadar farklı olduğuna en fazla ikna eden şey, onlara söylediklerimizden çıkamadıklarıdır. Hikâyelerimiz ağızdan ağıza dolaştıkça tanınmaz olur.

21 Mayıs 2015

Rick and Morty

21 Mayıs 2015 0
Yine izleyecek bir şeyler aradığım günlerin birinde oraya buraya tıklayarak gerekli-gereksiz yığınla şey okuyor, görüyor, görmezden geliyor ve geçiyordum. Nasıl bir şey izlemek istediğimden emin değilsem de, hiç olmazsa komedi türünde bir şeyler olmasını tercih edecek kıvamdaydım. Neden sonra karşıma Rick and Morty çıktı. Tabii hemen "Hmm, ilginç..." dedim ve o an üstünde pek durmadan araştırmalarıma devam ettim. Nadiren ilk seferde bir şeyi "Bunu izlemeliyim!" diyerek önceliğim haline getiririm. Biraz durması ve demlenmesi gerekir keşfimin. Rick and Morty için de aynısı oldu. Saçma sapan başka dizilere yöneldim, daha önceden görüp de başlamayı ertelediğim şeylere bulaştım ve en sonunda dönüp dolaşıp geldim gene buna.

Aslında oldukça cazip türlerin bir karmasıydı Rick and Morty. Hem komedi hem bilim kurgu idi, hem de animasyon türünde bir diziydi. Kötü olma ihtimali pek yoktu. 11 bölümlük ilk sezonu, bölüm sayısının az olması sebebiyle de çekici bir yan taşıyordu. En fazla ne olabilirdi, ne kadar kötü olabilirdi, ne kadar zamanımı çalabilirdi, değil mi?

5 Mayıs 2015

Birkaç Küçük Gün Geçmişti

5 Mayıs 2015 0
Birkaç küçük gün geçmişti, henüz, yeni, bir başına, bensiz, ben bile olmadan, anlıyor musunuz, ben bile yokken, birkaç küçük gün geçmişti; evimin önünden geçmişti, kapımın ardından, pencerenin altından, saksılara bulayarak ucunu, tozu toprağa karıştırarak, hepi topu birkaç küçük gün geçmişti; çarparak ve toslayarak, adımlayarak her bir yanı, salınarak, bir parça duraksayarak, eli elime tam değerken -ben yokken- kaçıp kendini kurtararak, iki lafı bir araya getirmekten kaçınarak, daha ve daha -ve daha- ne kadar sürecek bu diyerek, ahlayarak, oflayarak, puflayarak, birkaç küçük gün geçmişti.

Bakın, sadece birkaç küçük gün geçmişti. Peşim sıra gelmeyi reddederek, omzuma şöyle bir dokunup sonra aflar dileyerek, nerede kaldı diye ararken, aynaları gözümün ucuyla tartarken, mucizeyi andırır bir şeyleri gerçekleştirirken, kimse bunu görmezken, tanrı bile yokken, öylece bir başıma bir köşede dikilmiş beklerken, birkaç küçük gün geçmişti.

Bir karaltı olsa gerek, çok uzaktan geçmişti, ufacık bir yel, çok uzaktan geçmişti, hışırtı ya da hırıltı çarpmıştı kulağıma, çok uzaktan geçmişti, anlıyor musunuz, çok uzaktan geçmişti; birkaç küçük gün çok uzaktan geçmişti; hırlayarak ya da zırlayarak ya da tıslayarak beklerken geçip gitsin diye günler ardı sıra, birkaç küçük gün geçmişti, ama çok uzağımdan geçmişti; fark etmedim, ne mümkün, fark etmek ne mümkün; geçen günlerin gerisinde kaldığında, bir anlığına, tek bir seferinde hem de, bir kerecik yahu, bir kerecik bile olsa, geri kaldığında, artık, mümkün değil yetişmek, ne günlere, ne yaşama, ne reddetmeye, ne beklemeye, yetişmek artık mümkün değil, aldığın nefesin bile gerisinde, bir ömür süren koşturmacaya teslim olmak, ateş edin, teslim oluyorum, ateş edin, diye diretmek, ama hayır, böyle kolay değil, çünkü daha yalnızca ve sadece birkaç küçük gün geçmişti, çok erkendi yenilmek için.

15 Nisan 2015

Bir Varsayımın Yalan Yanlış Anıları

15 Nisan 2015 7
Ben, sadece bir düşünceden ibaretim. Sahipsiz bir düşüm. Fazlası değil.

Böyle dedi, tam olarak bu kelimeleri kullanarak ve olanca sakinliğiyle böyle dedi. Düşünebiliyor musunuz, hayatınızda bir kez dahi olsa görmediğiniz biri, sırf yanınızda oturuyor diye size böyle şeyler söyleyebiliyor. Ne cüretle, dedim hiddetle ayağa kalkarak, benimle böyle konuşuyorsunuz? Çok fazla gürültü vardı, duymadı beni. Ben duymuştum oysa onu. Otururken yerime, ne işim var sanki benim burada, diye düşündüm. Sahiden de merak etmiştim: Ne işim vardı benim orada? Hiç olmaması gerekirken şehrin dört bir yanını sarmış ucuz ve basit ve asla uğramayacağım bir barın içinde ne işim vardı?

Bir viski yudumluyordu, ya da ona benzer bir şey... Hayır, pek fazla incelemedim. Göz ucuyla baktım. Yemin ederim öyle. Sadece bir anlığına baktım ve çektim gözlerimi. Hadsiz! Nefret dolu bir bakıştı benimkisi. Benimle konuşan her insana karşı duyduğum belli belirsiz bir uzaklaşma hissiydi işte, gene gelip çöreklenmişti içime. Bundan kurtulmanın bir yolu yoktu ve olmayacaktı. Geçmişi ve geleceği görmüş biriyim ben. İnanın bana. Çünkü ihtiyacım var buna.

11 Nisan 2015

Osamu Dazai: Batan Güneş

11 Nisan 2015 0
Yapılacak bir şey yok. Gidiyorum. Yaşamaya neden devam edeyim? Bir neden göremiyorum. Yaşamak isteyenler yaşayabilir ancak. İnsanın yaşama hakkı olduğu kadar ölme hakkı da olmalı. Düşüncemde yeni bir şey yok. Sadece, insanlar bu basit düşünceye -ilkel düşünce demiyorum- karşı müthiş bir nefret duyuyorlar ve bunu kabul elmek istemiyorlar.

Yaşamayı sürdürmek isteyenler, engeller ne olursa olsun, yaşayabilirler. Bu onlar için harika bir şey ve insanlığın zaferi denilen şeyin bu olduğunu söyleyebilirim. Ama kendini öldürmenin günah olmadığında da eminim. Benim gibi bir bitkinin, bu dünyanın havasında ve ışığında yeşermesi çok zor. Devam etmek için bir şey eksik işte! Başka bir şey gerek bana. Şimdiye kadar, hayatta kalmak için elimden geleni yaptım.

(...)

Her toplumda, benim gibi yoz, uyuşuk insanlar, düşündüklerinden ötürü değil ama doğuşlarından ötürü yok olmaya mahkumdur. Ama yine de mazeretim var. Yaşamımı zorlaştıran koşulların baskısı altında eziliyorum.

5 Nisan 2015

E. M. Cioran: Burukluk | Boşluğun Kaynağında

5 Nisan 2015 0
Ancak uyuşuk bir ruhun öte dünyayla temasları olabilir.

*

Kör karanlıkta, kendini bir aynada ararken, gelecek cinayetlerin yansımasını kim görmemiştir?

*

Dertlerimizi abartma melekemiz olmasa, tahammül etmemiz imkânsızlaşırdı. Onlara alışılmamış boyutlar atfederek kendimizi, nasipsizliğin pohpohlayıp teşvik ettiği seçme cehennemlikler, huysuz sevgili kullar addederiz.

Hepimizin iyiliğine, her birimizin içinde bir Devasızlık palavracısı vardır.

4 Nisan 2015

E. M. Cioran: Burukluk | Tarihin Başdönmesi

4 Nisan 2015 0
Nuh'ta geleceği okuma yeteneği olsaydı, gemisini hiç şüphesiz batırırdı.

*

Cinayet saati bütün halklar için aynı zamanda çalmaz. Tarihin sürekliliği de böylece izah edilmiş olur.

*

Aklımızdan geçirmediğimiz öyle çok felâket vardır ki!

*

Bütün öfkeler —dır dır etmekten şeytana taparlığa kadar—, zihinsel evrimdeki bir duraklamanın belirtisidir.

29 Mart 2015

E. M. Cioran: Burukluk | Müzik Üzerine

29 Mart 2015 0
Sıradan bir ruhla doğmuştum; müzikten, bir başka ruh istedim: Umulmadık.mutsuzlukların başlangıcı oldu bu...

*

Eğer her şeyini Bach'a borçlu olan biri varsa, o da Tanrı'dır.

*

Müziğe karşı savunma çarem olmadığından, onun despotluğuna katlanmaya ve keyfi çektiğince tanrı ya da paçavra olmaya mecburum.

*

Bizi zamana dokundurmayan hiçbir sahici müzik yoktur.

7 Mart 2015

E. M. Cioran: Burukluk | Aşkın Canlılığı

7 Mart 2015 0
Sadece erotik yaratılışta olanlar kendilerini sıkıntıya kaptırır; aşkta peşinen hayal kırıklığına uğramışlardır.

*

Bitip giden bir aşk öylesine zengin bir felsefi sınavdır ki bir berberi Sokrates'in dengi yapar.

*

Bir yosma için canına kıyan kişi, dünyayı alt üst eden kahramandan daha bütün ve daha derin bir tecrübe yaşar.

*

Ömrünün kalan kısmı boyunca aklını cinsellikte bir saniyeden biraz daha fazla yitirmeyi ummasa, kendini onunla yıpratan olur muydu?

5 Mart 2015

Hayıf

5 Mart 2015 0
Can sıkıntısı.

İşte bu kadar. Hepsi bu kadar. Can sıkıntısı. Onca yıl yaşadıktan sonra, bir tek bu açıklayabiliyordu yaşamımı: Can sıkıntısı.

Ben de ilk başta kabullenmek istemedim. Olur mu hiç öyle şey dedim. Kavuşturdum ellerimi arkamda, odanın bir o ucuna bir bu ucuna yürüyüp yürüyüp geri geldim. Durdum ve hiddetlendim: Hayır, olamaz! Bir insanın yaşamı nasıl olur da tek bir his ve cümleyle açıklanabilir! Hiçbir şey yapmadıysam bile, yaşadım ulan ben, yaşadım! Ailem oldu benim, dostlarım oldu, sevdiğim kadınlar ve çocuklarım oldu. Hadi geçiniz bu klişeleri! Tamam, geçiniz; geçelim! Hay hay! Peki ya işten kaytarıp da gittiğim deniz kenarları da mı bir anlam katmadı hayatıma? Yolda yürürken gözlerimi indirip kaldırırken bir anlığına dahi olsa gördüğüm insanların hayatını tahmin etmeye çalışmam da boşa mıydı? Kaç defa ama kaç defa bir müziğe teslim ettim ben ruhumu? Kalkıp da yakasını silkelemedim mi hiçbir şeyin? Tam da karşısında durmuşken, hiçbir şeye gönül rahatlığıyla haykırmadım mı? Bağırmadım mı hiç? Tanrım, ben ne biçim bir insanmışım! Hiçbir şey yaşamadım mı?

3 Mart 2015

E. M. Cioran: Burukluk | Din

3 Mart 2015 0
Maddenin dışında, her şey müziktir: Tanrı bile sesli bir halüsinasyondan başka şey değildir.

*

Her yerde olma avantajının sefasını süren, Tanrı değil Acı'dır.

*

Herkesin, "Ya Tanrı ya ben!" dediği bir an gelir, ve girişilen mücadeleden iki taraf da küçülmüş çıkar.

*

Dini tecrübe konusunda artık sadece teferruatlı bilginin endişelerini yaşayan Modernler, Mutlağı tartar, onun çeşitlerini inceler ve ürpertilerini mitoslara saklarlar — tarih meraklısı bilinçler için başdöndürücü olan o mitoslara. Artık dua etmez olunduğundan, dua üzerine uzun uzadıya yorumlar yapılır. Artık hayret nidaları yoktur; sadece teoriler... Din imanı boykot eder. Bir zamanlar, ama sevgiyle ama nefretle, Tanrı'nın içinde maceraya çıkılıyordu; tükenmez bir Hiçlik iken, artık sadece bir mesele olmuştur — ve bu durum mistiklerle allahsızları çok üzer.

1 Mart 2015

Paravan

1 Mart 2015 0
“Herkes bir paravanın ardına gizlenir.
Kendi kurar onu. Kendi kalır orada.
Ne kadar gerçek sanırsa paravanın gerisini,
O kadar yok olup gider gerçek koca dünya.”

Hava olması gerektiğinden daha soğuk değildi ve sokaklar gecenin herhangi bir yarısı olduğunu belli edecek kadar boştu. Ağır adımlarla yürüyen Cemil ve Orhan, siyah paltoları ve kambur duruşlarıyla uzaktan bakınca ayırt edilemiyordu. Hayatları boyunca birbirlerinden istemsizce de olsa farklı olmak için çırpınan bu iki adam, gerçeğin ezici gücüne yenik düşmüşlerdi. İnsanlar istediği kadar eğip bükmeye çalışsın değerleri ve olguları, gerçek eninde sonunda kendini gösterir ve kabul ettirir. Gerçeğe en fazla karşı çıkan ve muzaffer bir komutan edasıyla hayatını sürdürenler bile gerçeğin karşısında çaresizlerdir kendileri olma konusunda. Cemil ve Orhan da bunu anlamışlardı. Şimdi yapılması gereken şey onlar için çok basitti: En yakın çocuk parkına ulaşmak ve gökyüzünün ince ince bahşettiği karla ıslanmış toprağa uzanmak.

26 Şubat 2015

E. M. Cioran: Burukluk | Yalnızlık Sirki

26 Şubat 2015 0
Sadece, canım isteyince ölmek elimde olduğu için yaşıyorum: İntihar fikri olmasa, kendimi çoktan öldürmüş olurdum.

*

Sezar mı? Don Kişot mu? Kendimi beğenmişliğimin içinde, ikisinden hangisini örnek almak istiyordum? Önemi yok. Olay şu ki bir gün, uzak bir diyardan, dünyayı fethetmek için yola çıktım; dünyanın bütün tereddütlerini...

*

Bir çatı katından kente göz attığımda, orada kilisenin âyin eşyalarına bakmakla muhabbet tellallığı yapmak aynı derecede şerefli işlermiş gibi görünür.

*

Düşmanlarımızı seçmeyi bırakıp elimizin altındakilerle yetinmeye başladığımız zaman artık genç değiliz demektir.

22 Şubat 2015

Haiku

22 Şubat 2015 0
Öldürürken bir karıncayı
fark ettim ki üç çocuğum da
izliyor beni.
-Shuson Kato

İlk güz sabahında
baktığım ayna bana
yansıtıyor babamın yüzünü.
-Kijo Murakami

Uyumak istiyorum!
Sinekleri nazikçe ezin,
lütfen.
-Masaoka Shiki

Öldürdükten sonra bir örümceği,
nasıl da yalnız hissettim kendimi
gecenin soğuğunda!
-Masaoka Shiki

Aşk ve nefret uğruna
ezdim bir sineği ve sundum onu
bir karıncaya.
-Masaoka Shiki

18 Şubat 2015

Bedbin

18 Şubat 2015 2
Neşeyle girdim eve, elimde çiçekle. Ses yoktu. Gülümsedim. Dedim, olabilir. Özenle çıkarmayı diledim ayakkabılarımı senelerce, ama acelem oldu hep, beceremedim. Dedim, olsun. Seslendim mutfağa doğru. Ses yoktu. Geçirdim yine aceleyle terlikleri ayağıma. Belki de balkon, ah şu balkon... Havalar kötüydü, balkonun yıkanması gerekli. Anlamsız bir gereklilikti oysa bu, yağmurlu ve çamurlu ve çileli bir kıştı. Olsundu. Olsun. Oldu. Odalara başımı soka soka ilerledim balkona doğru. Çiçeği uzattım son odaya girdiğimde. Gözlerimi kapattım. Gülümsedim. Ne gerek vardı ki buna? Ses yoktu. Açtım gözlerimi. Dedim, eh. Bir sürpriz fırsatı daha kaçtı. Çevirdim başımı sakince. Kapalıydı balkonun kapısı. Aralarken perdeyi, mutlu ya da umutlu gibi bir halim vardı. Durakladım. Elimi soğuk cama dayayıp boş balkonu izledim. Tekrar gerisin geriye yürümek vardı şimdi odaları. Dedim, olsun. Vazo için değerdi buna. Çiçekler için değerdi buna. Yokladım odaları gene birer birer. Kapı arkaları, en çok da oraya uzattım çiçekleri. En çok da oradan dönmekte zorlandım. Mutfağa ulaştığımda ve uzanıp vazoyu aldığımda, birkaç çiçek sapı kırıldı. Döküldü polenleri ve belki iki yaprak da heder oldu. Dedim, tüh. Tazeliğini yitiriyordu çiçekler. Dedim, hayır. Ümidini yitiriyordu. Musluktan tazyikle doldurdum suyu vazoya ve çiçeğin paketini bir çırpıda söküp aldım. Çiçeklerin suyla buluşmasını kendimi bıraktığım sandalyede öylece izledim bir müddet. Ve kulaklarımı açıp evi dinledim: Ses yoktu.

16 Şubat 2015

E. M. Cioran: Burukluk | Batı

16 Şubat 2015 0
Büyük ulusları biraz ilave gelecek dilenirken görmek ne hazin!

*

Bugünün her vatandaşının içinde müstakbel bir evsiz barksız yabancı yatmaktadır.

*

Fransızlar'la görüşe görüşe insan nazik bir şekilde mutsuz olmayı öğrenir.

*

Yıkıcı olmayan ne evrim, ne de atılım vardır; en azından yoğunluk anlarında...

10 Şubat 2015

Ludwig Wittgenstein: Yan Değiniler

10 Şubat 2015 0
Ludwig Wittgenstein'ın
çekilen son fotoğrafı, 1950.
Aslında kalemimle düşünüyorum ben, çünkü kafam elimin ne yazacağını çoğunlukla hiç bilmiyor.

*

Başkasının derinlikleriyle oynama!

*

Düşünceler de bazen olgunlaşmadan düşer ağaçtan.

*

Kendini aldatmamaktan daha zor bir şey yok.

*

Felsefe konusunda en yavaş koşabilen kazanır. Ya da: Bitişe en son varan.

*

Hoş olan, güzel olamaz.

9 Şubat 2015

E. M. Cioran: Burukluk | Zaman ve Kansızlık

9 Şubat 2015 0
Yalnızca kaygı, kara ütopya, bize gelecek üzerine kesin bilgiler sağlar.

*

Etrafımızda her şey yavanlaştığında, aklımızı nasıl yitireceğimizi bilme merakı ne kuvvet macunudur!

*

Sinir hastalığı edinmek zahmetsiz bir iş değildir, bunu başaranın, her şeyle büyüyen bir serveti olur: Başarılarla da, yenilgilerle de...

*

Er ya da geç, her arzu, bezginliğine rastlamalıdır: Hakikatine...

29 Ocak 2015

İntihar Odası

29 Ocak 2015 0
I.

"Kapıyı kapatıyorum. Hava kuru ve güneşli. Birkaç yüz metre uzağımdaki pazar yerinden her zamanki gibi kalabalığın sesi yükselmekte. Bir anlığına başardığımı sanıyorum. Ama hayır, ağzım kurumaya başlıyor hemen. Korkuya kapılıyorum. Bu kadar çabuk mu? Her şey bitti mi? Belki... Belki bir ihtimal...

İnsanlardan yardım istemek için bir-iki adım atmaya çalışıyorum ancak dizlerim titriyor. Ayakta bile zor duruyorum. Dudaklarım ve dilim acımaya başlıyor. Hiç olmazsa birileri gelsin diye bağırmaya çalışıyorum, ama hayatımın kendime dair en korkunç imgesi canlanıyor kafamda; ses tellerim kopuyor. Boğazımı tutuyorum, sanki sımsıkı tutarsam her şeyi düzeltme şansım olacakmış gibi.

Kemiklerimden gelen çatırdama sesi ile birlikte yere yığılıyorum. Kimse yok, kimse gelmiyor yardıma. Biliyorlar onlar da, farkındalar. Ben kendisine ihanet etmiş bir tanrıyım. Hayır, tanrı değilim; tanrı olmaya çalışırken her şeyi berbat etmiş bir zavallıyım. İşte tüm bedenim acıyla dolmaya başlarken, içimi dolduran manevi acı da bu. Hiçbirine engel olamıyorum.

4 Ocak 2015

Halil Cibran: Kırık Kanatlar

4 Ocak 2015 0


Her genç adam ilk aşkını hatırlar; en derin hislerini değiştiren ve tüm acılarına rağmen onu böylesine mutlu kılan bu tuhaf dönemi yeniden yaşamaya çalışır.

*

Yalnızlığın yumuşak, ipeksi elleri vardır; buna rağmen, güçlü parmaklarıyla kalbi kavrar ve canını hüzünle yakar. Yalnızlık, ruhani yücelmenin olduğu kadar, hüznün de yandaşıdır.

*

Bir insan, hayatı boyunca bir defa da olsa yeniden doğamazsa, varoluşun kitabındaki boş bir sayfa gibi kalacaktır.

*

Tıpkı, en iyi şiirini okumaktan zevk alan bir şair gibi, geçmişten hikâyeler anlatmak yaşlılara büyük bir zevk verir.

1 Ocak 2015

Urgan

1 Ocak 2015 0
Kimse ağladığını duymamıştı. Tek bir kişi bile. Sordu sonra birkaç polis, ellerinde rengi kaçmış tükenmez kalemle doldururlarken formları, bekliyor muydunuz böyle bir şeyi diye. Cevap verdi kollarını kavuşturan komşular: "İyi biriydi." İyi biri. Yok olmanın gerçeğe tezahür eden en acımasız hali: İyi olmak. Hiçbir şeysin demiyorlar. Hiç kimsesin demiyorlar. İyisin diye geçiştiriyorlar. Bir geçiştirme hali. Fazlası değil.

Belki bir inilti diye üstelemiyor kimse, burnunu çekerken görmüşsünüzdür hiç olmazsa denmiyor, bir kez bile mi ahlamadı diye sorulmuyor... Dikkat etmez kimse böyle ufak şeylere. Ucu kendilerine dokunmadıkça, uzağa dalan bir bakışı kimse yakalamaz. Yakalamak istemez. Başına iş almak istemez. Var olmak, yük olmaktır da. Kimse kimsenin varlığını anlamak istemez. Bir köşede tek başına acı çekmeyi öğrenen insanlar bundan sevilir.

Bir gece kalın urganı düğümlerken, farenin dişlediği peynirden çıkan sesten fazlası çıkmamıştı. Kimse de böyle bir iğrençliği duymak istememişti zaten. İlk adımını tabureye attıktan sonra kaç saniye beklemişti? Bilinmez böyle şeyler. Umursanmaz. Tüm trajediler buradadır oysa. İnsanın vazgeçme isteği kaç saniye sürer? Ne kadar kararlı olabilir bunun için? İkinci adımı atmadan önce, insan ne kadar derinden yara alabilir?
 
Sağlıcakla kalmanızı dilerim.