22 Aralık 2016

E. M. Cioran: Gözyaşları ve Azizler

22 Aralık 2016
Müzik, eşsiz bir teselli sanatı olarak öteki bütün sanatlara göre çok daha fazla yara açar içimizde.



Daha yakınımızda olduğunda büyük bir kuşkuyla ve açık bir küçümsemeyle bakarız mükemmelliğe.



Her acının sınırı daha büyük bir acıdır.



İnsanların ölümle barışık olmalarının tek nedeni ölümün verdiği korkudan, kurtulmaktır ama bu korku olmadığında ölümün de hiçbir önemi yoktur artık. Çünkü ölüm kendisindedir ve kendisi aracılığıyla vardır. Ölümle uzlaşmaktan doğan bilgelik, ölüm karşısında olası en yüzeysel tavırdır. Montaigne’e de bulaşmıştır bu tavır, aksi takdirde kaçınılmaz olanı kabul etmekle övünmesini anlamak mümkün değildir.



Bir an gelir, insan her şeyi Tanrı’ya bağlar. Ama yine bir an gelir, insan onun artık var olmadığı düşüncesinden korkmaya başlar.



Kimileri hâlâ yaşamın bir anlamı olup olmadığını soruyor. Bu aslında yaşamın katlanılabilir olup olmadığını sormaktır. Burada problemler bitiyor ve çözümler başlıyor.



Varlığımız çok eski bir anının yıkıntısından başka bir şey değildir.



Bir filozof vasatlıktan ancak kuşkucu ya da mistik olmakla kurtulur. Bunlar bilgi karşısında umutsuzluğun iki biçimidir. Mistiklik, bilginin dışına kaçış; kuşkuculuksa umutsuz bir bilgidir. Dünyanın bir çözüm olmadığım söylemenin iki biçimi.



Tann yalnızlıktan korktuğu için yaratmıştır dünyayı. Yaratılışın tek açıklaması budur. Yaratıklar olarak varlık nedenimiz Yaratıcı’yı eğlendirmekten başka bir şey değildir. Zavallı soytarılar olarak bu dünyada alkışlarını hiç kimsenin duymadığı bir seyirciyi eğlendirmek için dramlar yaşadığımızı unutuyoruz. Ve Tann azizleri yarattıysa eğer -diyalog gerekçeleri olarak- nedeni yalnızlığını hafifletmektir.



Gözyaşı söz konusu olduğunda gerçekten hiç ağlamamış ama bu işi öğrenmiş kimseler vardır.



Tanrı fikri en pratik ve en tehlikeli fikirdir. İnsanlık bu fikirle kurtulur ya da kaybolur.



Her anı, bir hastalık belirtisidir. (...) Bellek içgüdünün inkârıdır ve aşırı gelişmiş bir bellek tedavisi mümkün olmayan bir hastalıktır.



Din genel bir anlamsızlık üstünde dolaşan bir gülümsemedir.



Yaşam tümüyle Tanrı’nın yokluğunun fazladan bir kanıtı.



Bir kadın bizi Tanrı’dan kurtarabilir, aynı şekilde Tanrı da bizi bütün kadınlardan kurtarabilir.



Her Tanrı versiyonu otobiyografiktir. Bizden gelmekle kalmaz, aynı zamanda bizim kendi yorumumuzdur. Burada bize ruhun yaşamını bir ben ve Tann gibi gösteren ikili bir içebakış söz konusudur. Biz onda yansıyoruz ve o da bizde yansıyor.

(...)

Kendimi ancak onunla ilgili düşüncem aracılığıyla anlayabiliyorum. Kendini tanımak ancak bu şekilde bir anlam kazanabilir ve bir amaca doğru yönelebilir. Tanrı’yı düşünmeyen, kendisine yabancı kalır. Çünkü kendini tanımanın tek yolu Tanrı’dan geçer ve dünya tarihi onun aldığı biçimlerin tanımlanmasından başka bir şey değildir.



Yalnız bir insanın yapması gereken şey daha fazla yalnızlaşmaktır.



Ölümle aranıza hiçbir şey girmediğinde aynaya baktığınız olmuş mudur hiç? Gözlerinizi sorguladınız mı? O zaman ölemeyeceğinizi anladınız mı? Korkunun yenilmesiyle büyüyen göz bebekleri piramitlerden daha kayıtsızdır. O zaman bu göz kapaklarının hareketsizliğinde bir kesinlik görülür; taşı andıran gizemi içinde tuhaf ve canlandırıcı bir kesinlik: Ölemezsin. Gözlerin sessizliğidir bu, kendisiyle göz göze gelen bakışımızdır, ölüm korkusu karşısında Mısırlının düşsel sükûneti. Bu korkuya kapıldığınızda aynaya bakın, gözlerinizi sorgulayın ve o zaman niçin ölemeyeceğinizi, niçin hiçbir zaman ölmediğinizi anlarsınız. Gözleriniz her şeyi bilir. Çünkü hiçlikle dolu gözlerimiz başımıza artık hiçbir şeyin gelmeyeceğini söyler ve rahatlatır bizi.



Kıyamet! Eee? Tanrı bizi ikinci kez öldürmek istiyor olabilir mi?



Her şey boş. Son bile... Sona gelindiğinde her tür önemli soru utanç verir.



Beni hayattan ve her şeyden ayıran Tanrı’nın ikinci sınıf bir sorun olabileceği konusunda içimde yer etmiş bir kuşkudur.



Biz ancak Yaratıcı’yı küçümsediğimiz ölçüde gerçekten kendimiz olabiliriz.



Sokaklarda dolaşırken, dünya öyle ya da böyle var gibidir. Ama camdan bir bakın: Her şey gerçek dışı olur. Nasıl oluyor da bir camın saydamlığı bizi hayattan bu kadar ayırabiliyor? Aslında bir pencere, bizi dünyadan, bir hapishanenin duvarına göre daha fazla ayırır. Hayata baka baka, sonunda unutursunuz onu.



Kötümser yazarları okudukça hayatı daha fazla seviyorum.



Boyun eğmeyen bir ruh tek bir düşman tanır: Tanrı. Yenilmesi gereken odur, fethedilmesi gereken son kale odur.



Beni sadece davetsiz bir misafir gibi kabul eden dünyayı affedebilecek miyim?

— o —

Dipnot: Çok daha fazla satırın altı çizili, ama hepsini buraya koymanın ne anlamı var? Cioran'nın benim için önemini tarif etmem mümkün değil, bu yüzden kısa ve bir yere varmayı vadetmeyen bir dipnot bu. Hiç var olmasaydı bu dipnot daha iyi olurdu, ama o zaman da kimse bunun farkına varmamış olurdu.

Pek güzel kitapların yayımlanarak tanıtılmasına katkı sağlayan Jaguar Kitap'a, bu kitabın çevirmeni olan İsmail Yerguz'u da işin içine katarak teşekkürü bir borç bilirim.

Esen kalın — ama bunun için de çok uğraşmayın.

0 yorum var:

Yorum Gönder

 
Sağlıcakla kalmanızı dilerim.