(Kendinden bahsederken utanmayan insan, kendinden tam olarak bahsetmiş de sayılmaz.)
On ya da yirmi gün geçmişti felaketin üzerinden. (Hangisinden?) Hangisinden olacak işte! Hani şu... Hakikaten de, hangisinden?
Bir insan bir aynanın karşısında ne kadar dikili kalabilirse, tam da o kadar dikili kalmıştım. Ne eksik, ne fazla. (Yalan.) Saçımı tarıyor değildim. (Yalan.) Dişlerimi de hiç gıcırdatmadım (Yalan.) İnanın bana, yumruklarım sıkılı değildi bile. (Yalan.) Aklımda tek bir şey vardı kendi gözlerime bakarken (bakmaya çalışırken), ben ne zaman öleceğim?
(Şimdi, söylemesi çok daha zor.) Değil. (Tam üç gün geçirmiştim kasabanın birinde.) Hayır hayır, yıllar geçip gitmişti. (Bir tahta sandalyeye kıvrılmış, gecenin bitmesini bekliyordum.) Neden? (Huzursuz bir düş bile görüyor değildim.) Söylesene, neden? (İnsan, değişimin eşiğinde olduğunu hissetmediğinde, zaman boşa akıyormuş gibi gelir.) Öyle de değil aslında, hiç de öyle değil. (Ve sonra, sabah olduğunda, her şeyin geçip gittiğini anlamıştım.) Neyin? (Her şeyin.) Neyin? (Gecenin işte be adam, o son gecenin.)
On ya da yirmi gün geçmişti felaketin üzerinden. (Hangisinden?) Hangisinden olacak işte! Hani şu... (Evet?) Hani şu... (Söyle artık!) Bilmiyorum. (Biliyorsun.) Olamaz... (Evet...) Sahiden de ben o gün? (Evet...) Ama nasıl?
(Dürüst olmak insanın son çaresidir. Artık yapılacak hiçbir şey kalmadığında, bari gerçek gelip kurtarsın beni denir, ve tahmin edileceği üzere, bu, hiçbir işe de yaramaz. Hele ki bir aynanın karşısına geçtiğinde, diyelim ki sevdiğin son kişiyi de uzun bir gecenin ardından kaybettiğinde, dürüstlük zerre fayda sağlamaz sana.) Ne ilgisi var bunların benimle? (Sonra, çoktan beridir buna hazır olduğunu anlamaya başlarsın.) Neye? (Karşısında durduğun aynada, kendi gözlerinin içine bakarken ve indirirken bir yumruk, ve şangur şungur inerken ayna ve sonra parçalanmış bir dilim aynayı kanlı ellerinle alırken ve bileğine götürürken ve keserken, olduğun yere yığılırken ve güçsüz düşerken, pişman olmaktan korkarken, oysa bu yaptığından pişman bile olamazken, her şeyin tam da umduğun gibi, en baştan böyle olması gerektiği gerçeğiyle karşılaşırken, işte o anda dürüstlük son kez geçer durur karşında ve der: Üzgünüm.) Neye hazırdım, söyle, neye? (...)
On ya da yirmi gün geçmişti felaketin üzerinden. (Hangisinden?) Hangisinden olacak işte! Hani şu...(Söyle, ve bitsin.) Kendimi öldürmemin üzerinden, on ya da yirmi gün geçmişti. Kimse ama kimse (ama kimse) yokluğumu fark etmemişti. En son, komşular (ve onların koca burunları) kokudan rahatsız olmuş (muş). Sonrası yok işte. Oraya buraya taşınmalar, itilip kakılmalar, birkaç cerrahi müdahale, yıkanma ve tıkanma ve tekrar taşınma ve sonra dualar, kalabalık bile denemeyecek bir avuç insan (hiç göz yaşı yok) ve toprak ve kürekler ve tekrar toprak ve sonsuza dek toprak.
(Derler ki ölüm, bir iç hesaplaşmanın ardından gelir ve insanın içine çöreklenir. Sonrası el yordamıyla hayatın içinde ilerlemekten ve bu hesaplaşmayı görmezden gelmekten ibarettir. İnsan, öldüğü an, aslında çoktan beridir buna hazır olduğunu anlar.) Ölüme hazırdım demek, ha?! (Ve insan, ölüme hazır olduğunu unutmak için önce her şeyi unutmaya, sonraysa her şeyi hatırlamaya razıdır, oysa eninde sonunda bunu kabullenmeye mahkumdur.)
Değildir.
Ümid Gurbanov
1 yorum var:
Müthiş.. yüreğine sağlık.
Yorum Gönder