Kabloları tekrar kontrol etti profesör. Bir yanlışlık olmayacağından emindi, ama bir o kadar da gergindi. Nihayet imkansız olanı başarmış ve bir zaman makinesi üretmişti. Şimdiyse onu satmaya çalışıyordu. Hangarın ortasındaki kocaman kapsülün içine şirket çalışanlarından genç bir adam girmişti. Profesör, asla insanların ne hissettiğini anlayan türden biri olmamıştı, ama bu delikanlının heyecan içinde olduğunu rahatlıkla görebiliyordu. Nasıl olmasındı ki? İnsanlık tarihinde zamanda geriye gidecek ilk kişilerden biri olacaktı. Ancak hiç kuşkusuz, ilki değildi.
Gözlüğünü çıkaran profesör, önlerindeki bilgisayarlara kitlenmiş şirketin diğer çalışanlarının yanına gitti. Hepsi kendilerince bir şeyleri anlamaya çalışıyor, bu işin nasıl gerçekleştiğine dair bir ipucu yakalamak için her şeyi inceliyorlardı. Profesör istemsizce gülümsedi. Hiçbirinin bunu çözemeyeceğini bir şekilde biliyordu.
Nihayet şirket müdürü, profesöre yaklaştı ve "Hazırsanız," dedi çekingen bir sesle, "başlayabiliriz." Profesör, "Biraz müsaade eder misiniz?" diye yanıtladı onu. Müdür anlayışla başını salladı ve diğer çalışanların yanına doğru gitti. Kendisine bir kahve hazırlayan profesör birkaç yudum aldıktan sonra kapsüle baktı ve gözlerindeki hüznü gizlemek için gözlüğü taktı.
"Korkuyorsun, değil mi?" dedi profesör kapsülün yanına tekrar geldiğinde ve kablolarla sırf meşgul görünmek için oynarken. Genç adam, "Aslında," dedi, biraz durakladı, doğru kelimeyi aradığı çok açıktı: "Aslında, bir rüyadaymışım gibi." Durakladı profesör ve doğrudan genç adamın gözlerinin içine bakmaya çalıştı. "Sana anlattılar, değil mi?" diye sordu. "Neyi, efendim?" diye kararsızlıkla cevapladı genç adam. Derin bir nefes alan profesör, "Bu zaman makinesinin," dedi, "çalışma prensibini."
Hiç kuşkusuz genç adama bir şeyler demişlerdi, ama bu denilenlerin doğru mu yoksa eksik mi olduğunu bilemezdi. Yapacağı bu olağan dışı yolculuk için profesörden fazladan birkaç cümle duymak için önlenemez bir istek duyuyordu. İsteği büyüdükçe, suskunluğu uzuyordu. "Bir şeyler anlattılar," dedi nihayet kuru bir sesle, ama gözlerini profesöre merak dolu bir ışıltıyla dikmeyi ihmal etmedi.
Geriye dönüp bilgisayarların içinde boğulan mühendisleri inceledi profesör. Hakikaten de her şey bir rüya gibiydi. Belli belirsiz bir bocalama anından sonra, "Bak," dedi genç adama dönerek, "bu, bir zaman makinesi." Delikanlı, bu kadarını biliyorum dercesine baktı profesöre. "Ama," diye devam etti profesör, "mantık dışı bir çalışma prensibi var."
Dayanamayarak, "Pişmanlıkla ilgili meseleyi mi diyorsunuz?" diyerek araya girdi genç adam. Profesör biraz rahatladı. En azından şirket bu delikanlıyı tamamen kör bir şekilde cehenneme salmamıştı. Bir anlamda dürüstlük örneği bile sayılabilirdi bu. Ama şirkete bile bahsetmediği bir tehlikeyi bu genç adama nasıl söyleyecekti?
Profesörün sıkıntılı halinden bir sorun olduğu sonucuna varan genç adam, "Yoksa sizi paradokslar mı endişelendiriyor?" diye sordu. Bu soruyla içine daldığı sorular dünyasından uyanan profesör, "Hayır, hayır," diye kestirip atıverdi bunu. "Ortada paradoks yaratacak hiçbir durum olmayacak. Bu kapsül geçmişe bir kapı açacak, sen o kapıdan kendi geçmişini izleyeceksin, ama ona asla karışamayacaksın. Tıpkı bir rüyayı izler gibi izleyeceksin."
Kaşları çatılan genç adam profesörün bir şeyleri bilerek atladığını bir şekilde seziyordu. "Öyleyse," dedi uysalca, "Hiçbir sorun yok. Kendi geçmişime gidip, bakıp, geleceğim." Saatine bakan profesör, deneyi artık başlatması gerektiğinin farkına vararak, "Ama geri geldiğinde değişmiş olacaksın." diye bir çırpıda söyledi aklındakini.
"Bu da ne demek?" diye irkilerek sordu genç adam. "Bu yolculuk tehlikeli mi? Zararlı mı? Hastalanacak mıyım?" Ardı arkası kesilmez soruların başladığını hisseden profesör, "Bu zaman makinesi," diye açıklamaya girişti, "İnsanı sadece hayatının en büyük pişmanlığını yaşadığı anına götürür." Anlamazca, "Ne var bunda, efendim?" diye sordu delikanlı, "Biraz kalp kırıklığı görmenin kime ne zararı olur?"
Genç adamın olayı böyle küçümsemesini kolaylıkla anlayabiliyordu profesör. Denklemini ilk oluşturduğunda pişmanlığın yarattığı kederin ve umutsuzluğun evrenin boyutunun bükülmesinde yol gösterici bir harita işlevi görecek olmasına kendi de şaşırmıştı. Kendi hayatını düşünmüştü, elbette pek çok pişmanlık yaşamıştı, ancak nasıl olur da boyutlar arasında açılan bir zaman girdabının güzergahını belirleyecek denli güçlü duygular olduğunu kestirememişti bunların. Kapsülü tamamladığında ve yine ilk zaman yolcuğunu gerçekleştirmek için her şeyi son defa kontrol ederken bile aklına yatmıyordu bu. Az sonra kapsülün içine girecek ve zihnine sağlanan erişimle hayatının en pişman olduğu anına gidecekti.
"Profesör, iyi misiniz?" diye sorduğunu duydu genç adamın ve bunu ilk defa sormadığını anladı. Kendi anılarına öyle kuvvetle dalmıştı ki, içinde bulunduğu zamanı unutmuştu. Düşününce, hayatının çoğunu da böyle geçirmişti. Hiçbir zaman çok iyi biri olduğu söylenemezdi profesörün. Mantığı çoğu zaman tersini iddia etse de, kendini diğer insanlara yeğlemişti. Gerçek dediği şeyi kendi benliğinde bulabiliyordu. Bir çeşit bencildi. Zaten şimdi de bu zaman makinesini insana neler yaptığını bile bile, sırf ünlenmek ve belki biraz da para için şirketlere peşkeş çekmiyor muydu? Hayır, belki de çok acımasızdı profesör kendine karşı.
"Vakit neredeyse geldi, genç adam," dedi profesör hızlıca, "Şunu bilmelisin ki, bu zaman makinesinin tek özelliği, insanı hayatının en pişman olduğu anına götürmesi. Çalışma prensibi bu, şimdilik değiştirilmesi mümkün bile değil." Biraz durakladı profesör, dudaklarını ıslattı ve "Ama sadece ilk seferinde insanı hayatının en pişman olduğu anına götürüyor." dedi. Genç adam buna bir anlam veremedi. Zaten profesör de bir anlam vermesini beklemedi. Sakince genç adamın kulağına doğru eğildi, "Bir kere bu zaman makinesini kullanan," dedi neredeyse fısıldayarak, "gördükleri yüzünden öyle kötü hissediyor ki, zaman makinesini kullandığı için pişman oluyor."
Gözleri irileşti genç adamın. Nasıl olduysa oldu, bir şekilde profesörün neyi kastettiğini anladı. Omzuna dostça vuran profesör gerilerken, "Bu, öyle büyük bir pişmanlık ki, ondan sonra zaman makinesini her kullandığında zaman makinesini ilk kullandığın ana gidiyorsun." Dudaklarını hüzünle bastıran profesör kapsülün kapağına uzandı ve genç adamın çekincelerle dolu bakışlarını görmezden gelmeye çalıştı.
Kapak kapanmadan önce, "Peki ya ilk seferinde," dediğini duydu delikanlının, "siz ne gördünüz, efendim?" Bakışlarını yere indirdi profesör, "Sadece ben değil," dedi acıklı bir sesle, "deneyler sırasında yolculuk eden tüm dostlarım aynı şeyi gördü. Sen de onu göreceksin." Kapağı kapattı profesör ve iç çekti. Genç adam için çok uzaktan gelen bir uğultuya benziyordu artık profesörün sesi. Gözlerini kapattı daha iyi duyabilmek için, zaten aldığı ilaçlar yüzünden zihninin kontrolünü de yitirmek üzereydi.
"Herkes aynı yere gider, delikanlı. Bu zaman makinesi, insanı hayatının en pişman olduğu anına götürür. Böylesi güçlü bir pişmanlığın nasıl var olabileceğini anlamamıştım, çünkü hatırlayamamıştım. Kimse hatırlayamaz. Herkes ilk seferinde aynı pişmanlık dolu geçmişine gider: Doğum anına gider. Orada tahmin edemeyeceği bir pişmanlık duyar insan. Dünya'ya gelmenin o ağırlığı altında ezilir insan ve sonra her şeyi unutur."
Ümid Gurbanov
Gözlüğünü çıkaran profesör, önlerindeki bilgisayarlara kitlenmiş şirketin diğer çalışanlarının yanına gitti. Hepsi kendilerince bir şeyleri anlamaya çalışıyor, bu işin nasıl gerçekleştiğine dair bir ipucu yakalamak için her şeyi inceliyorlardı. Profesör istemsizce gülümsedi. Hiçbirinin bunu çözemeyeceğini bir şekilde biliyordu.
Nihayet şirket müdürü, profesöre yaklaştı ve "Hazırsanız," dedi çekingen bir sesle, "başlayabiliriz." Profesör, "Biraz müsaade eder misiniz?" diye yanıtladı onu. Müdür anlayışla başını salladı ve diğer çalışanların yanına doğru gitti. Kendisine bir kahve hazırlayan profesör birkaç yudum aldıktan sonra kapsüle baktı ve gözlerindeki hüznü gizlemek için gözlüğü taktı.
"Korkuyorsun, değil mi?" dedi profesör kapsülün yanına tekrar geldiğinde ve kablolarla sırf meşgul görünmek için oynarken. Genç adam, "Aslında," dedi, biraz durakladı, doğru kelimeyi aradığı çok açıktı: "Aslında, bir rüyadaymışım gibi." Durakladı profesör ve doğrudan genç adamın gözlerinin içine bakmaya çalıştı. "Sana anlattılar, değil mi?" diye sordu. "Neyi, efendim?" diye kararsızlıkla cevapladı genç adam. Derin bir nefes alan profesör, "Bu zaman makinesinin," dedi, "çalışma prensibini."
Hiç kuşkusuz genç adama bir şeyler demişlerdi, ama bu denilenlerin doğru mu yoksa eksik mi olduğunu bilemezdi. Yapacağı bu olağan dışı yolculuk için profesörden fazladan birkaç cümle duymak için önlenemez bir istek duyuyordu. İsteği büyüdükçe, suskunluğu uzuyordu. "Bir şeyler anlattılar," dedi nihayet kuru bir sesle, ama gözlerini profesöre merak dolu bir ışıltıyla dikmeyi ihmal etmedi.
Geriye dönüp bilgisayarların içinde boğulan mühendisleri inceledi profesör. Hakikaten de her şey bir rüya gibiydi. Belli belirsiz bir bocalama anından sonra, "Bak," dedi genç adama dönerek, "bu, bir zaman makinesi." Delikanlı, bu kadarını biliyorum dercesine baktı profesöre. "Ama," diye devam etti profesör, "mantık dışı bir çalışma prensibi var."
Dayanamayarak, "Pişmanlıkla ilgili meseleyi mi diyorsunuz?" diyerek araya girdi genç adam. Profesör biraz rahatladı. En azından şirket bu delikanlıyı tamamen kör bir şekilde cehenneme salmamıştı. Bir anlamda dürüstlük örneği bile sayılabilirdi bu. Ama şirkete bile bahsetmediği bir tehlikeyi bu genç adama nasıl söyleyecekti?
Profesörün sıkıntılı halinden bir sorun olduğu sonucuna varan genç adam, "Yoksa sizi paradokslar mı endişelendiriyor?" diye sordu. Bu soruyla içine daldığı sorular dünyasından uyanan profesör, "Hayır, hayır," diye kestirip atıverdi bunu. "Ortada paradoks yaratacak hiçbir durum olmayacak. Bu kapsül geçmişe bir kapı açacak, sen o kapıdan kendi geçmişini izleyeceksin, ama ona asla karışamayacaksın. Tıpkı bir rüyayı izler gibi izleyeceksin."
Kaşları çatılan genç adam profesörün bir şeyleri bilerek atladığını bir şekilde seziyordu. "Öyleyse," dedi uysalca, "Hiçbir sorun yok. Kendi geçmişime gidip, bakıp, geleceğim." Saatine bakan profesör, deneyi artık başlatması gerektiğinin farkına vararak, "Ama geri geldiğinde değişmiş olacaksın." diye bir çırpıda söyledi aklındakini.
"Bu da ne demek?" diye irkilerek sordu genç adam. "Bu yolculuk tehlikeli mi? Zararlı mı? Hastalanacak mıyım?" Ardı arkası kesilmez soruların başladığını hisseden profesör, "Bu zaman makinesi," diye açıklamaya girişti, "İnsanı sadece hayatının en büyük pişmanlığını yaşadığı anına götürür." Anlamazca, "Ne var bunda, efendim?" diye sordu delikanlı, "Biraz kalp kırıklığı görmenin kime ne zararı olur?"
Genç adamın olayı böyle küçümsemesini kolaylıkla anlayabiliyordu profesör. Denklemini ilk oluşturduğunda pişmanlığın yarattığı kederin ve umutsuzluğun evrenin boyutunun bükülmesinde yol gösterici bir harita işlevi görecek olmasına kendi de şaşırmıştı. Kendi hayatını düşünmüştü, elbette pek çok pişmanlık yaşamıştı, ancak nasıl olur da boyutlar arasında açılan bir zaman girdabının güzergahını belirleyecek denli güçlü duygular olduğunu kestirememişti bunların. Kapsülü tamamladığında ve yine ilk zaman yolcuğunu gerçekleştirmek için her şeyi son defa kontrol ederken bile aklına yatmıyordu bu. Az sonra kapsülün içine girecek ve zihnine sağlanan erişimle hayatının en pişman olduğu anına gidecekti.
"Profesör, iyi misiniz?" diye sorduğunu duydu genç adamın ve bunu ilk defa sormadığını anladı. Kendi anılarına öyle kuvvetle dalmıştı ki, içinde bulunduğu zamanı unutmuştu. Düşününce, hayatının çoğunu da böyle geçirmişti. Hiçbir zaman çok iyi biri olduğu söylenemezdi profesörün. Mantığı çoğu zaman tersini iddia etse de, kendini diğer insanlara yeğlemişti. Gerçek dediği şeyi kendi benliğinde bulabiliyordu. Bir çeşit bencildi. Zaten şimdi de bu zaman makinesini insana neler yaptığını bile bile, sırf ünlenmek ve belki biraz da para için şirketlere peşkeş çekmiyor muydu? Hayır, belki de çok acımasızdı profesör kendine karşı.
"Vakit neredeyse geldi, genç adam," dedi profesör hızlıca, "Şunu bilmelisin ki, bu zaman makinesinin tek özelliği, insanı hayatının en pişman olduğu anına götürmesi. Çalışma prensibi bu, şimdilik değiştirilmesi mümkün bile değil." Biraz durakladı profesör, dudaklarını ıslattı ve "Ama sadece ilk seferinde insanı hayatının en pişman olduğu anına götürüyor." dedi. Genç adam buna bir anlam veremedi. Zaten profesör de bir anlam vermesini beklemedi. Sakince genç adamın kulağına doğru eğildi, "Bir kere bu zaman makinesini kullanan," dedi neredeyse fısıldayarak, "gördükleri yüzünden öyle kötü hissediyor ki, zaman makinesini kullandığı için pişman oluyor."
Gözleri irileşti genç adamın. Nasıl olduysa oldu, bir şekilde profesörün neyi kastettiğini anladı. Omzuna dostça vuran profesör gerilerken, "Bu, öyle büyük bir pişmanlık ki, ondan sonra zaman makinesini her kullandığında zaman makinesini ilk kullandığın ana gidiyorsun." Dudaklarını hüzünle bastıran profesör kapsülün kapağına uzandı ve genç adamın çekincelerle dolu bakışlarını görmezden gelmeye çalıştı.
Kapak kapanmadan önce, "Peki ya ilk seferinde," dediğini duydu delikanlının, "siz ne gördünüz, efendim?" Bakışlarını yere indirdi profesör, "Sadece ben değil," dedi acıklı bir sesle, "deneyler sırasında yolculuk eden tüm dostlarım aynı şeyi gördü. Sen de onu göreceksin." Kapağı kapattı profesör ve iç çekti. Genç adam için çok uzaktan gelen bir uğultuya benziyordu artık profesörün sesi. Gözlerini kapattı daha iyi duyabilmek için, zaten aldığı ilaçlar yüzünden zihninin kontrolünü de yitirmek üzereydi.
"Herkes aynı yere gider, delikanlı. Bu zaman makinesi, insanı hayatının en pişman olduğu anına götürür. Böylesi güçlü bir pişmanlığın nasıl var olabileceğini anlamamıştım, çünkü hatırlayamamıştım. Kimse hatırlayamaz. Herkes ilk seferinde aynı pişmanlık dolu geçmişine gider: Doğum anına gider. Orada tahmin edemeyeceği bir pişmanlık duyar insan. Dünya'ya gelmenin o ağırlığı altında ezilir insan ve sonra her şeyi unutur."
Ümid Gurbanov
0 yorum var:
Yorum Gönder