Karamsar biriyimdir. Sanırım yapım gereği böyleyim. Kabul, belki biraz da çekici geldi hayatın karanlık yanı. Daha fazla gerçek barındırdığına dair bir his diyebiliriz buna. Etraftaki her şeye bakıp bir felaket ve trajedi görmek çok daha kolay olan benim için. Aynı zamanda evrenin saplanıp kaldığı o boşluğu da hakikat mertebesine çıkarmak, hissettirdikleri iç açıcı olmasa da, çok daha makul göründü. Görünüyor. Hala da öyle. Ve sanırım hep böyle olacak. Elbette ki gülecek, mutlu olacak, şu ya da bu amaçlar peşinde koşacağım; bir alışkanlık çünkü yaşamak, her şeyden de öte, bir zorunluluk. Acı çekmek, karanlığa gömülmek ve hatta kendini yiyip bitirmek için bile yaşamak gerekiyor; anlamak ve hakikati hissetmek için yaşama katlanmak gerek. Belki bir gün, çok daha başarılı olursam fikir üretmek ve onlara uymak konusunda, böyle bir zorunluluğa saplanıp kalınmaması gerektiğine de karar vereceğim. Olacak sanırım böyle bir şey. Eninde sonunda yani. Her neyse, buralar önemli değil.
Tüm bunlara rağmen, gülmeyi sevdim. Öyle çok güleç biri olmamakla birlikte, gülmenin hoşluğunu ve tabii ki güldürebilmenin meziyetini hep takdir ettim. Ancak tahmin etmek çok güç değildir ki, bunun küfürlerle veya her şeyi lakayıt bir alaycılıkla ele alınarak yapılmasını makul bulmadım. Makulluktan da öte, gülünç değil öyle şeyler. Zavallılıkla karışık bireysel br tatmin daha çok. Böyle olmayabilir de tam, bilemiyorum, gerçi umrumda da değil çok.
İşte bu noktada, Monty Python devreye giriyor. Yaptıkları mziah, tam anlamıyla yapabilmeyi istediğim seviye ve kıvamda. Kolay kolay karnınızı tuta tuta gülemezsiniz, ama o ekibin yaptığı şakalardan veya gerçekleştirdiği işlerden zevk alabilirsiniz -tabii ki benim gibi biriyseniz.
Bu başlık altında Monty Python övecek değilim ya da onların eserlerinden dem vuracak. Çünkü çok daha geniş incelemeleri hak ediyorlar ve şu an sadece minicik bir parçalarını taşıyacağım buraya.
Life of Biran'ı izleyenler bilir. İsa ile aynı anda doğan ve hemen yan komşusu olan Brian'ın bilgelerce İsa'dan önce yanlışlıkla kutsanmasını ve sonrasında Brian'ın yaşamını anlatan bir filmdir. Toplumsal hemen her paradigma masaya yatırılır o filmde. Onlarca olaylar yaşanır ve Brian son aşamada oldukça kötü bir durumdayken, bir şarkıya başlarlar: "Always Look on the Bright Side of Life!" ("Hayatın Hep Aydınlık Tarafına Bak!")
Başta o kadar anlattım, karamsarımdır, şöyleyimdir, böyleyimdir diye. Bu sebeple iyimserlik barındıran fikirlere karşı hep mesafeli olmuşumdur. Bir kere, hepimiz entropinin yasalarına göre yaşıyoruz; yani her şeyin dağılması ve yıkılması ilkesine göre. Her şeyin daha iyiye gideceğini hiç sanmam. Ve en nihayetinde, ölüm ve hiçlikten başka bir şey bulamayacağız.
Bu şartlar altında, hayatın iyi yanına bakmak çocukça görünür gözüme. Ancak Monty Python safdil bir biçimde iyiliği savunmaz. Hayatı görür bu ekip. Kötülüğü görür, boşluğu görür, uhrevi bir yansımamız olmadığını bilir, elimizdeki yaşamdan fazlasına sahip olmadığımızı ve olamayacağımızı hisseder ve buna rağmen hayatın hep aydınlık tarafına bak der.
Bu, oldukça önemli. Hele benim bakış açıma göre, her şeyin değerini yok ettikten sonra, sahte olduğunu bilmene rağmen, belki bilgece bir tavırla, bir şeylerin tadını çıkarmaya bakmak, hayatın sadece bir seferlik bir şans olduğunu görerek mutluluğu ya da en azından hoşnutluğu hissetmek, hissedebilmek çok önemli.
İşte Life of Biran'dan yıllar sonra, Monty Python ekibi Not the Messiah (He's a Very Naughty Boy) adlı bir oratoryo hazırlarlar. Oratoryo, Life of Brian'ın hikayesi ile paraleldir. Eric Idle ve John Du Prez tarafından yazılıp BBC Senfoni Orkestrası'nın performansıyla sahnelenmiştir.
Oldukça hoş kısımları vardır. Gösterinin tamamını izlemenizi tavsiye ederim elbette. Ancak bu başlık o gösterinin ufak bir kısmı olan "Always Look on the Bright Side of Life!"a ayrılmıştır.
Tıpkı yukarıda bahsettiğim gibi, gene Brian, yani bizim mesih olmayan esas oğlanımız oratoryonun sonunda kötü durumdadır ve ona bu felaketin içinde dahi hayata iyi tarafından bakması, ıslık çalıp gülümsemesi söylenir. Zaten hayat başlı başına kötüdür; son ana geldiğinde de gülümseyerek ve güldürerek hayatı bırakabilmek gerek.
İşte gösterinin bu kısmının çevirisini yaptım. Oldukça hoş bir melodi barındırmakla birlikte, sözleriyle birlikte çok daha güzelleşiyor bu parça.
İzleyin, dinleyin, okuyun; ya da boş verin -siz bilirsiniz elbet!
Hayatın Hep Aydınlık Tarafına Bak!
Bazı şeyler kötüdür hayatta.
Onlar seni gerçekten üzebilir de.
Geri kalanlar da zaten küfürler ettirip, lanetler okutur.
Yaşamın gırtlağını sıkarken söylenip durma, bir ıslık tuttur!
Ve böylece olacaktır her şey çok daha iyi!
Ve...
Hayatın hep aydınlık tarafına bak!
Hayatın hep aydınlık tarafına bak!
Hayat çürümüş görünürse gözüne, unuttuğun bir şey var demektir!
O da gülmek ve gülümsemek ve dans edip şarkı söylemek!
Neşen kaçmışsa eğer, enayinin teki olma,
büzüştür şu dudaklarını ve ıslık çal!
Yapman gereken tam da bu!
Ve hayatın hep aydınlık tarafına bak!
Hayatın hep aydınlık tarafına bak!
Çünkü hayat epey saçmadır ve son söz de ölüme aittir.
Perdeyi her zaman selamlayarak kapatmalısın.
Unut gitsin günahlarını, izleyicilere sırıt, yeter.
Tadını çıkar, bu son şansın nasılsa!
Öyleyse, ölümün hep aydınlık tarafına bak!
Tam da o son nefesi almadan evvel.
Hayat oldukça boktan.
Neresinden bakarsan bak.
Yaşam bir kahkaha ve ölümse şaka, gerçek bu!
Her şeyin bir gösteri olduğunu göreceksin,
giderken bile güldür herkesi.
Unutma, son gülen sensin!
Ve...
Hayatın hep aydınlık tarafına bak!
Hayatın hep aydınlık tarafına bak!
0 yorum var:
Yorum Gönder