18 Şubat 2015

Bedbin

18 Şubat 2015
Neşeyle girdim eve, elimde çiçekle. Ses yoktu. Gülümsedim. Dedim, olabilir. Özenle çıkarmayı diledim ayakkabılarımı senelerce, ama acelem oldu hep, beceremedim. Dedim, olsun. Seslendim mutfağa doğru. Ses yoktu. Geçirdim yine aceleyle terlikleri ayağıma. Belki de balkon, ah şu balkon... Havalar kötüydü, balkonun yıkanması gerekli. Anlamsız bir gereklilikti oysa bu, yağmurlu ve çamurlu ve çileli bir kıştı. Olsundu. Olsun. Oldu. Odalara başımı soka soka ilerledim balkona doğru. Çiçeği uzattım son odaya girdiğimde. Gözlerimi kapattım. Gülümsedim. Ne gerek vardı ki buna? Ses yoktu. Açtım gözlerimi. Dedim, eh. Bir sürpriz fırsatı daha kaçtı. Çevirdim başımı sakince. Kapalıydı balkonun kapısı. Aralarken perdeyi, mutlu ya da umutlu gibi bir halim vardı. Durakladım. Elimi soğuk cama dayayıp boş balkonu izledim. Tekrar gerisin geriye yürümek vardı şimdi odaları. Dedim, olsun. Vazo için değerdi buna. Çiçekler için değerdi buna. Yokladım odaları gene birer birer. Kapı arkaları, en çok da oraya uzattım çiçekleri. En çok da oradan dönmekte zorlandım. Mutfağa ulaştığımda ve uzanıp vazoyu aldığımda, birkaç çiçek sapı kırıldı. Döküldü polenleri ve belki iki yaprak da heder oldu. Dedim, tüh. Tazeliğini yitiriyordu çiçekler. Dedim, hayır. Ümidini yitiriyordu. Musluktan tazyikle doldurdum suyu vazoya ve çiçeğin paketini bir çırpıda söküp aldım. Çiçeklerin suyla buluşmasını kendimi bıraktığım sandalyede öylece izledim bir müddet. Ve kulaklarımı açıp evi dinledim: Ses yoktu.

Şaşırmadım.

Ses yoktu, çünkü kimse yoktu. Kimse olmamıştı bu evde. Kimse olmayacaktı bu evde. Kimse olamazdı bu evde. Karanlığın ve yalnızlığın ve anlamsızlığın kol gezdiği, zoraki gülümsemelerin ve güzelliklerin kendine yer bulmak için ölesiye zorlandığı böylesi bir evi, ya da belki hayatı, kim ne yapsın!

Haklıydım: Kim ne yapsın! Haklıydım: Kimse hiçbir şey yapmamıştı. Haklıydım: Kimse hiçbir şey yapmayacaktı.

Dedim, olsun.

Olsun.

Sonra kalktım. Ayakkabılarımı yerine koymakla ve üstümü değiştirmekle ve karanlık odalarda ağır ağır ışıkları açmakla geçen bir akşamın bitişini umursamazca bekledim. Biraz daha bekledim. Biraz daha ve biraz daha. Biraz daha! Sürekli, biraz daha bekledim. Beklerken bir koltuğa yasladım zayıf bedenimi ve yarın hangi çiçeği alsam diye düşündüm. Bir önemi var mıydı? Dedim, tanrım. Tanrının var olmadığını en çok da tanrım derken anladım. Kalktım ayağa ve tüm bunlara bir son vermem gerektiğini düşündüm. Dedim, uyku. Uyumalıydım ve kurtulmalıydım bu boşluktan. Uzandım yatağa ve gözlerimi yumdum.

Saatlerce uyuyamadım.

Ümid Gurbanov

2 yorum var:

Unknown dedi ki...

Muazzam bir keder hissettim. Hayran olunası bir gamın var abi. :) Eline, aklına sağlık.

Ümid Gurbanov dedi ki...

Çok sağ ol abi. Gönül hiç gam olmasın da böyle şeyler yazmayalım isterdi tabii, ama oldu, ne gelir elden; ve hep olacak gibi, ne gelir elden! :)

Yorum Gönder

 
Sağlıcakla kalmanızı dilerim.