21 Eylül 2016

The Best of Victor Borge: Act One & Two (1990)

21 Eylül 2016
Danimarkalı komedyen ve müzisyen Victor Borge, 91 yıllık yaşamında yapabildiği en iyi şeyi yapmış: İnsanları güldürmüş. "Gülmek iki insan arasındaki en yakın mesafedir." diyor Borge ve bir yandan piyanosunun tuşlarıyla harikalar yaratırken, bir yandan da durmadan konuşuyor, insanların müziğin içinde kaybolmadan gülmesini sağlıyor.

Her fırsatta, İngilizceyi sonradan öğrendiğini, "Bu sizin diliniz, ben sadece kullanmaya çalışıyorum." diyen Borge, elinden (dilinden) geldiğince İngilizceyi eğip büküyor, kelimelerin, kalıpların, terimlerin hepsiyle şaka türetiyor, mizahında bir enstrüman olarak kullanıyor onları.

Sadece bununla da bitmiyor: Borge, kendine has birtakım efsaneleşmiş mizahi ögeler de kullanıyor. Misal, "fonetik noktalama" onlardan biri. Temel mantığı, noktalama işaretlerinin de kelimeler gibi bir ses özelliği alarak sözlü iletişimde cümle içinde kullanılmasına dayalı. Ancak bu teknik, tabii ki pratik bir amaç için değil, Borge'un mizahında bir abartı ögesi olması için Borge tarafından keşfedilmiştir.

Tıpkı "fonetik noktalama" gibi, "enflasyonist dil" de Borge'un ürettiği bir diğer dil üzerine kurulu mizah malzemesi. Kelime içinde bulunan rakamların da enflasyondan etkilenmesi gerektiğini söyleyen Borge, onları birer arttırarak telaffuz ediyor ve ortaya saçma ama gülünç bir dil çıkıyor. Bu noktada itiraf etmeliyim ki, çevirinin en zor kısmı da burasıydı. Çevirmen notlarının bir hayli geniş olmasından da anlaşılacaktır zaten Borge'un muzip dil kullanımı.

Gösterilerinde seyircilerle iletişim kurmayı seven Borge, aynı zamanda ünlü isimleri de konuk alarak onları da kullandığı mizahın bir unsuru haline getirmeyi seviyor. Her şeyden de öte, kendisiyle, mesleğiyle ve hatta müzikle dalga geçebilen Borge, hiçbir şeyin fazla dikkate alınmaması gerektiğini göstermek istiyor belki de.

"Danimarka'nın Soytarı Prensi" lakabını da taşıyan Borge, şöyle diyor hayat hakkında: "Her şeyin bir sonu vardır. Buna inanmıyorsunuz, değil mi? Ama öyle. İşte bize sunulanlar: Biraz gülme ve gülümseme; öksürük ve hıçkırık. Bir kere mendil gülmekten gözümden gelen yaşı silmek için yerinden çıktı mı, ben alacağımı almışım demektir. Gerisi devlete kalır."

Her zamanki gibi çeviriyi bitirdikten sonra YouTube'a ve Vimeo'ya koydum, ayn zamanda sadece altyazı dosyasını isteyenler (artık n'apacaklarsa) Altyazi.Org'da bulabilirler. Çeviri süreciyle ilgili iki kelam etmem gerekirse, yer yer beni yorsa da kelime şakaları üzerine kurulu bir şeyi Türkçeleştirmek, sanıyorum ki en zevk alarak yaptığım çevirilerden biriydi bu. İlerleyen dönemlerde böyle eğlenceli birkaç çeviri daha yapmak istiyorum, ama şimdilik sırada Bertrand Russell'ın 1959 tarihli "Face to Face" (BBC) röportajı var. Sonrasına, sonra bakacağız artık.

Esen kalın -kalabilirseniz. Kalamazsanız da olsun, sıkmayın canınızı, gülümseye çalışın.



Çevirmen Notu
* Hans Christian Mozart: Mozart'ın gerçek adı bu değil. Zaten böyle biri de yok. Aynı zamanda Mozart Danimarkalı da değil. Bu isim, Danimarkalı yazar, Hans Christian Andersen'e bir gönderme içeriyor.

* Four flats: Flat müzikte "bemol" anlamına geliyor, ama bir de gündelik dilde "daire" anlamına geliyor. Burada "4 bemol" kullanarak yazmış diye başladığı kelime şakasını daha sonra "daire değiştirerek taşınma" şeklinde devam ettiriyor.

* Uzun zamandır görüşemedik: Burada Borg, aslında "Long time, no C." diyor. C, do notası anlamına geliyor. Ancak okunuş itibariyle "see" ile benzer. Yani, yine bir kelime oyunu söz konusu. "Long time, no see" uzun zamandır görüşemedik anlamına gelse de, burada bir anlamda "Uzun zamandır do notası yok ortalarda" diye yorumlanabilir.

* 8 yaşında: İlk konserimi 8 yaşında verdim derken, "at eight" diyor, ama bu aynı zamanda saat 8 anlamında da kullanılabilir. Bu sebeple, cümleye 8 yaşından bahseder gibi başlıyor, ama sonra sanki saat 8'den bahseder gibi değiştirerek kelime oyunu yapıyor.

* Bir daha çal: Parça bitiminde seyircilerin "bir daha, bir daha" diye bağırması ve bunun üzerine sanatçının parçayı tekrar icra etmesi anlamında kullanılmıştır.

* Pencere komşusu: Burada "kapı komşusu" deyimini biraz eğip bükerek "pencere komşusu" haline getiriyor.

* Işığı çağırmak: "Call the lights" terimi, bir bütün olarak, ışıkları yakmak anlamında kullanılıyor, ancak "call" aynı zamanda "birini çağırmam", "seslenmek" anlamına da geliyor. Borge, gene burada bu bakımdan bir kelime oyununa girişiyor.

* Işığı çalıştırmak: "Run the lights" terimi, bir bütün olarak, yine ışıkları yakmak, yönetmek anlamında kullanılıyor, ancak "run" aynı zamanda "yürütmek", "kaçırmak", "götürmek" gibi çeşitli anlamlara da geliyor. Borge, bu sebeple ışığı kaçırmanın yasalara aykırı olduğunu söyleyerek kelime şakası yapıyor.

* Arkelemek: Böyle bir kelime yok, sadece arkeolog olan amca için "arkeliyor" şeklinde bir kelime şakası yapılıyor.

* Manastır: Burada "manastır" kelimesi ile "manastır hayatı" kelimesini karıştırıyor (bu şekilde bir şaka yapıyor), sonra da fonetik olarak benzeyen "rahibe manastırını" örnek göstererek, "öyle deniyor böyle niye denmesin" diyor. Kelimeleri İngilizce görmedikçe ne yazık ki anlamsız görünüyor bu şaka.

* Kagalatur: Aslında "koloratur" olan kelimeyi bilerek yanlış söylüyor. Anlamı şu: "Sesin renklerle süslenmesi. Parlak geçişler ve çeviklikle sesin (aryanın) albenisini artırma."

* Neden olsun: Neden olmasın deyişini eğip büküyor burada, kendince bir deyim oluşturuyor.

* Joe Green aldı: Tamamen kelime şakası, sadece Türkçeleştirildi. "Giuseppe Verdi, Joe Green aldı."

* Kırbirlereli: Borge, içinde rakam olan kelimeler şakasını iyice abartınca, en azından makul görünmesi adına mecbur Türkçeleştirdim. Dolayısıyla biraz saçma olsa da, en azından ana fikri yakalamak adına daha uygun olacağını düşündüm. Bu şakanın öncesi ve devamında hep aynı şekilde, orijinal kelimeye sadık kalmayarak, Türkçe uygun kelimeyi kullandım.

* Don Two: Don Juan'daki Juan'ın okunuşu One'a benzediği için onu da enflasyonist dile maruz bırakmıştır Borge. Tamamen Türkçeleştirmek ne yazık ki mümkün olmadığı için aynen bıraktım.

* Three-da-loo: Too-da-loo "Sonra görüşürüz." anlamında bir kalıptır, burada too kelimesi 2 anlamına gelen two'ya benzediği için 3 şeklinde söylenmiştir.

* Istancow: İstanbul'daki bul (bull) İngilizce boğa demektir, cow ise inek anlamına gelir. Borge, burada bull ile cow'u karıştımış gibi yapıyor.

* Portekaz: Borge, Portekizli anlamına gelen "portuguese" yerine, kendince kelime uydurarak "portugoose" diyor. "Goose" kaz anlamına geliyor. İlerleyen şakalar da bununla bağlantılı.

* Tek Başına Olamaz: Borge, bu sefer de "portuguese"in sonundaki kısmı "gees" olarak yorumluyor ve "gees" "goose"un çoğulu. Portekizli kelimesinin İngilizce çoğul olduğunu dolayısıyla tek bir kişi için kullanılamayacağını ifade ediyor. "Gees" de kazlar anlamına geliyor bu arada.

* Portekız: Borge yine İngilizceyi eğip bükerek, "portuguese"in sonundaki kısmı "goosling" olarak yorumluyor. Kaz yavrusu anlamına geliyor bu söz. Ve burada da 3 tane çocukları olduğunu söylemek istiyor.

* Kimin kime benzediği: Borge, ikizler için "identical" terimini kullanıyor, ancak sonra bu terimi, sanki onlardan biri asıl öteki fotokopiymiş gibi yorumluyor. O yüzden "kimin kime benzediğini bilemediler" diyor.

0 yorum var:

Yorum Gönder

 
Sağlıcakla kalmanızı dilerim.