11 Eylül 2015

Ki Ağaç

11 Eylül 2015
Aynı ağacın altında tekrar görüşeceğimize inanarak tam yirmi yedi yıl yaşadım. İşin ilginç yanı, ki bence en saçma kısmı da burası, o ağacın altına, ya da yanına, ya da yöresine, ya da işte ona yakın herhangi bir yere tekrar hiç uğramadım. Sadece bir inançla, görüşeceğimiz inancıyla yaşadım. Beklemek de denebilirdi buna pekala, şayet gidip ağacın oraları şöyle bir kolaçan etseydim. En azından bir kere be adam, bir kere, değil mi ama! Ama hayır, beklemek denemez buna, oyalanmak gibi, köşe başında toprağa ayakkabının burnunu daldırmak gibi, cikleti ağızda yuvarlamak veya parmağında oynattığın sümük kuruduğunda onu fırlatıp atmak gibi. Tüm bunların ortak noktası gibi: Anlamsızca yaşadım. Asla benim olmamış ve olmayacak bir inancı boynumdan aşağıya bir kolye gibi sarkıtarak yaşadım. Bir ağaç olup olmadığını veya ilk nerede ve hatta kiminle görüştüğümü bile bir kez olsun düşünmeden yaşadım.  Bir şeyler olacak ve olacak olan o şey eski bir tanıdığı bana hatırlatacakmış gibi yaşadım. Bunun olmayacağını bilerek de yaşadım elbette. Bir sürü zırvanın elini tutarak, yaşadım diyebilmek uğruna, her gün defalarca karşıdan karşıya atladım. Hoplaya zıplaya hem de. Zamanın geçtiğine inanmak için saatlere baktım en çok. Bunda acıklı bir yan yok artık. Bir şey hissediyor bile değilim, çok zorlarsak eğlendiğimi bile söyleyebiliriz. Koltuğa hayal meyal uzanmak, dönen dünya karşısında gözlerini kırpıştırarak boş boş tavana gülümsek bu düpedüz. Böyle değilse bile, diyelim ki değil, ne çıkar! Nasıl tarif edersem, o şeye dönüşüyor yaşamım. En ahmakça yaşam ve en bilgece yaşam arasında bir fark görünmeyeli epey oluyor.

Bir ağaç varsa bile, ki yok, nerede olduğunu nereden bilebilirim, ki bilmiyorum. Oraya gitsem, ki gitmem, doğru zamanda gitmeyi başaracak mıyım dersiniz, ki asla başaramam. Hadi diyelim bilmediğim bir yerdeki bir ağacın altında, bilmediğim bir zaman boyunca beklemeyi yeğledim, ki yeğlemem, kim gelecek acaba, ki kimse gelmez. Tanıyabilmek mümkün olur mu geleni, ki olmaz, karşısında durup da ne söyleyebilirim, ki hiçbir şey söyleyemem. Anlıyorsunuz ya, ona sarılmam gerekir, ki sarılmam, onu özlemiş olmalıyım, ki özlemem. Tanımadığım biri olduğunu kabullenebilirsem bile, ki kabullenmem, onu en baştan tanımam gerekir, ki tanımam. Sadece bununla da bitmiyor, elinden tutmalıyım onun, ki tutmam, gel demeliyim, ki demem, parklar bahçeler boyunca yürümeliyim, ki yürümem, yorulunca durmalıyım, ki durmam, ona bakmalıyım, ki bakmam, gözünün içine bakmalıyım hem de, ki gene ve ısrarla bakmam, onu kabullenmeliyim, ki kabullenmem, kendimden vazgeçmeliyim, ki geçmem, tüm bu zırvalıklar böyle sürüp gidemez ya, ki gitmez. Evet, gerçekten de gitmez.

İşin ilginç yanı, bir ağaç da tekrar oraya gideceğime inanarak onyıllar boyu büyümeyi sürdürecek. Onun yerinde olsaydım, ki öyleyim, ben de aynısını yapardım, ki yapıyorum.

Ümid Gurbanov

4 yorum var:

yitik hür deniz dedi ki...

''Ağaca duvardaki aynadan baktığınızı hatırlar gibiyim''
demeliyim. Kelimelerle dansınızın coşkusu söyletti. Kör baykuşa gitti gelemedi ordan aklım

Ümid Gurbanov dedi ki...

Yorum bildirimleri gelmediği için anca şans eseri blogda gezince görüyorum. Çok sağ olun. :)

Adsız dedi ki...

yorum rss
https://birnevidipnot.blogspot.com/feeds/comments/default

yitik hür deniz dedi ki...

Kıymetli Ümid Gurbanov cevabınız için çok teşekkürler... Çok eski zamanlarda yorum bildirimleri gelirdi:) Artık pek umursanmıyor blog işi maalesef. google reader epey iyiydi sonrasında öksüz kaldık. Çabuk tüketilen yazılımlar uygulamalar vs vs devri, blog bombandırmanı sonrası sağ kalabilmek bile ciddi başarı sanırım...

Yorum Gönder

 
Sağlıcakla kalmanızı dilerim.