1 Şubat 2016

Lanet

1 Şubat 2016
Uyandığında üzerinde garip bir huzursuzluk hissetti. Gerindi ve esnedi, kafasını sallayıp odasından dışarıya ilk adımını attı. Annesi çıktı hemen karşısına, gülümsedi ve oğlunun dağınık saçlarını karıştırdı. Yere yığıldı kadın, sonradan anlaşılacağı üzere, öldü. Yere düşerken çıkardığı gürültüyü duyan kocası koşarak geldi, önce dizlerinin üzerine eğilip karısını sarstı, sonra neler olduğunu öğrenmek için kalkıp oğlunun kollarına yapıştı. O da olduğu yere düştü, o da öldü. Korkuyla ve çığlıkla geriledi genç adam. Hastaneyi aradı, kapıya çıkıp komşulardan yardım istemek için bağırdı. Birkaç iyi yürekli insan koşuştu eve, içlerinden birisi delikanlıyı oradan uzaklaştırmak için omzuna dokundu, hiç vakit kaybetmeden o da bu talihsiz olaylar dizisinden nasibini aldı. Öldü.

Birden genç adam bir şeylerin farkına vardı. Ancak kendi düşüncelerine inanamadı. Sıklaşan nefesi ve titreyen eliyle ona dönen bakışlar karşısında yutkundu. Yerde yatan komşusu için bir açıklama aradı, ama bulamadı. Bir feryat koptu, yerde uzanan üçüncü kişinin üzerine komşular üşüştü. O sırada birkaçı ayakta dikilen genç adama çarptı. Çarpanların hepsi hemen orada ve o anda, öldü.

Kalabalık büyüdü, ölenler arttı, genç adam böyle bir şeyin ne kadar imkansız olacağı üzerine kafa yorup durdu ve artık ortalık inanılmayacak bir karmaşaya bürünmüşken önce geri geri adımlar atarak, sonra aniden var gücüyle koşarak oradan uzaklaştı.

Evet, hiç kuşku yoktu, dokunduğu herkes ölüyordu. Hem de hemen ve olduğu yerde ölüyordu. Mantıklı bir açıklaması olamazdı bunun. Rüyada olmadığından emindi, ancak belki de garip bir rastlantılar dizisi sonucunda böylesi saçma bir sonuca varmıştı. Aklında bu sorularla kimselerin olmadığı bir parka yöneldi. Hiç ummadığı bir anda bankın birinde oturan yaşlı bir adam gördü. İşte o an, her şeyin kesinleşeceğini kavradı.

Şimdiye kadar ölenlerin hiçbiri, içlerinde annesi ve babası olmasına rağmen, onun yüzünden ölmemişti. En azından, onun bir suçu yoktu: Dokunduğu kişilerin öleceğini bilemezdi. Oysa şimdi, sahiden de durumun böyle olup olmadığını öğrenmek için insafsızca bir karar almıştı. Yaşlı adamın yanına sokuldu, birkaç dakika tüm vücudu titreyerek bekledi ve nihayet elini uzatıp yaşlı adama dokundu.

Öldü. Yaşlı adam da öldü. Dokunduğu herkes ölüyordu. Bu, kesindi artık. Peki şimdi ne yapacaktı?

Kaçtı ve saklandı. Aylarca ve yıllarca ağladı. Sokakta yürüyemezdi artık, bir işte çalışamazdı, kimseye derdini anlatamazdı. Zaman, koca ağzından çıkan homurtularla geçti ve geçti ve geçti. Yaşlandı genç adam, hem de pek çabuk yaşlandı, çöktü ve tanınmaz bir hale geldi. Bir insana dokunmayalı, dedi fısıltıyla, -düşündü, çokça düşündü- on mu dedi, hayır hayır diye düzeltti, yirmi, belki de otuz yıl oluyor.

Böyle bir hayat yaşamayı kendi istemedi. Her şey apansız gerçekleşti. Ne yapmıştı da böylesi bir laneti hak etmişti, asla anlayamadı. Ölümün hızla yaklaştığının farkına vararak, bir dağa tırmandı. Dağın tepesinde tek başına oturup yorgun gözlerle ufka doğru bakarken, aklından şunları geçirdi: "Ya lanet kalkmışsa üzerimden? Ya birine dokunmam onu öldürmüyorsa artık?"

Cesareti bunu sınamaya asla yetmedi. O dağın tepesinde, ömrünün sonuna dek, yalnızlıkla ve bilinmezlikle yaşamını sürdürdü. Kim bilir, belki sahiden de dokunduğu kimse ölmeyecekti artık -ya da belki de lanet, dokunduğu kişilerin ölmesi olmamıştı hiçbir zaman; bunun üzerinden yıllar geçtikten sonra bile, lanetin kalkıp kalkmadığını bilemiyor olmak ve bunu öğrenmekten korkuyor olmaktı lanet.

Ümid Gurbanov

1 yorum var:

Adsız dedi ki...

Son paragraftaki "Kim bilir..." ile başlayan bölüm olmasaydı sanki daha etkili bir son olurdu. Bu şekilde açıklayınca yaptığı espriyi açıklamak gibi olmuş biraz. Yine de beğendim. Ellerine sağlık!

Yorum Gönder

 
Sağlıcakla kalmanızı dilerim.