28 Aralık 2017

Açlık

28 Aralık 2017 3
Nicedir unuttuğu bir şeyi hatırlamaya çalışır gibi yüzünü buruşturdu, ama zihninin köşesinden istediğini bir türlü çekip çıkaramayacağını bilmenin sıkıntısıyla sadece "Oğlum!" dedi. Sesinin yorgun düşmüş olduğunu fark etti, yine de bunu umursayacak hali yoktu: "Hazırlan, birazdan gideceğiz."

Doğrusu, oğlunda hazırlanacak pek bir güç kalmamıştı. En son on sekiz gün önce orta halli bir Doyum Evi'nden üçer hap alabilmişlerdi. Baba haplardan hiçbirine dokunmamış, oğluna ise günde yalnızca yarım hap vererek hayatta kalma ümitlerini sürdürmeye çalışmıştı. Oğlunun olanlardan pek haberi varmış gibi görünmese de halsiz ama sevecen gözlerle "Gücüm azaldı, baba!" diyordu ara ara. Boşalan midesi için böyle diyordu çocuk, ama bu, ona özgü değildi. İnsanların doygunluk haplarından başka bir şeyi gıda olarak tüketmesinin yasaklanmasından bu yana kırk iki yıl geçmişti. Aslına bakılırsa, zaten ortada tüketilecek başka bir gıda da kalmamıştı. Kimileri bunu tanrının gazabı olarak görmüştü, kimileriyse yurttaşları kendine tamamen bağlı hale getirmek isteyen hükümetlerin ortak projesi olarak. Başka görüşler de vardı elbet, ama bunların hiçbirini artık umursamıyordu baba, işin acısı, hatırlamıyordu bile.

16 Aralık 2017

Simone de Beauvoir: Neden Feministim? (1975)

16 Aralık 2017 0
2017'nin son büyük çevirisiyle karşınıza çıkıyoruz!

Evet, çoğul ekiyle, çıkıyoruz, çünkü bu sefer tek başıma yapmadım çeviriyi, 15 yıllık arkadaşlarım olan Uğur Demir ile Ahmet Ümit Köksal da çevirinin içine girdi, kafa kafaya vererek, bolca kahve tüketerek 1975 tarihli Simone de Beauvoir'ın "Neden Feministim?" konu başlıklı TV programını çevirdik ve geçtiğimiz günlerde yayınladık.

Önemli olduğunu düşündüğümüz bu kaydın insanlara ulaşıp ulaşmayacağını bilemiyorduk, ama gördüğümüz kadarıyla nispeten yayılabildi ve ufak da olsa kadın-erkek eşitliği bağlamında üretilen literatüre bir katkı sağlamış olduk. Bu açıdan, mutlu ve gururluyuz.

Çok kısaca programda neler konuşulduğundan bahsedip, daha önce -üşenerek- yapmadığım bir şeyi yapıp, programın metnini de aşağıya aktaracağım. Her ne kadar amacımız insanların önemli isimleri kendilerini ifade ederken izlemesini sağlamak olsa da, Beauvoir oldukça ciddi ve ayakları yere basan tespitleriyle yazın dünyasında da var olmayı hak ediyor.

30 Kasım 2017

E. M. Cioran Röportajı (Christian Bussy, 1973)

30 Kasım 2017 0
Evvel zaman içinde "Emil Cioran - A Century of Writers (1999)" adında bir belgesel çevirmiştim. Orada Cioran'ın 1973 yılında Christian Bussy ile yaptığı röportajın arşiv kayıtları kullanılmıştı. Ben de tuttum belgesel içindeki bu halihazırda çevirmiş olduğum yerleri kesip biçerek bir video haline getirdim.

4 Kasım 2017

Türkçe Karşılığı Birebir Aynı Olan İngilizce Atasözleri

4 Kasım 2017 4
Ne yalan söyleyeyim, yukarıdaki başlığı atarken utandım. Hiçbir yaratıcılık yok, sofistike bir anlam biçme yok, dümdüz ve aslında yazacağım her açıklamayı da lüzumsuz kılan bir başlık.

Neyse sevgili dostlar, başlıktan da anlayacağınız üzere, bildiğim kadarıyla Türkçe karşılığı birebir aynı olan İngilizce atasözlerinden ufak bir derleme yaptım. Peki bunu niye yaptım? Çünkü yağmurlu bir cumartesi günüydü ve zaman geçirecek bir aktivite aradım kendime, bu geldi aklıma. Elbette ki şunu da ekleyeyim; Türkçe atasözlerindeki anlamları karşılayan yüzlerce atasözü ve deyim vardır, ama bunların çoğu birebir aynı değil, daha çok anlam bakımından aynı kapıya çıkan şeylerdir. Misal, "Actions speak louder than words." atasözü için Türkçedeki "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz." anlamı oldukça uyumludur, ama söz konusu atasözünün birebir kelime anlamı "Eylemler sözlerden daha yüksek konuşur." minvalinde bir şeydir. Demek istediğimi anlatabiliyor muyum?

24 Ekim 2017

E. M. Cioran: Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne

24 Ekim 2017 3
Her sevincin başında, hatta sonunda bir Tanrı vardır.

*

Varlıklar arasında gerçek temas, sessiz bir mevcudiyetle, açık bir iletişimsizlikle, içten edilen duaya benzeyen gizemli ve sössüz bir teatiyle kurulur ancak.

*

Her huzursuzluk, yarım kalmış bir metafiziksel deneyimden başka bir şey değildir.

*

Üzüntülerimizi bir başkasına, sırf ona acı çektirmek için, acılarımızı üstlensin diye itiraf ederiz.

*

Doğmuş olmamı bağışlayamıyorum.

*

Aziz Benedictus'un kurallarına göre, bir keşiş yaptığı işten gurur ya da sadece hoşnutluk duyuyorsa, o işi bırakıp ondan vazgeçmelidir.

*

Kendinden nefret eden alçakgönüllü değildir.

14 Ekim 2017

E. M. Cioran: Her Şey Ne Kadar Da Uzak! (Ümitsizliğin Doruklarında)

14 Ekim 2017 3
Bu dünyada neden bir şeyler yapmamız gerektiğini, neden dostluklar kurmak, arzular, umutlar ve hayaller sahibi olmak zorunda kaldığımızı anlamıyorum. Hiçbir karmaşanın ve hengâmenin olmadığı dünyanın uzak bir köşesine çekilmek daha iyi olmaz mıydı? Böylece medeniyetten ve ihtiraslardan elimizi eteğimizi çekebilirdik; her şeyi yitirir ve hiçbir şey kazanmamış olurduk. Zaten bu dünyadan kazanılacak ne var ki? Umutsuzluk içinde mutsuz ve yalnız olan insanlar için kazançlı çıkmanın hiçbir ehemmiyeti yoktur. Her birimiz bir ötekine çok yakınız, yine de kendimizi bir başkasına tamamıyla açsaydık ve birbirimizin ruhlarının ücra köşelerini okuyabilseydik alınyazılarımızın ne kadarını anlayabilirdik? Kendimize yalnızlıktan ölmenin insanlığın alameti olup olmadığını sormak zorunda kalacak denli yalnızız. Son an gelip çattığında bir teselli bulunabilecek mi? Toplum içinde yaşama ve ölme isteği muazzam bir yetersizliğin işaretidir. Issız bir yerde bir başına ölmek binlerce defa daha yeğdir; hem böylece kimse görmeden melodrama bulaşmadan ölebilirsin. Ölüm döşeğindeyken kendilerine hâkim olan ve bir iz bırakmak için caka satan insanları öyle küçümsüyorum ki! İnsan yalnız olmadıkça gözyaşları onun canını yakamaz. Son anlarını yalnız geçirmekten aciz oldukları ve korktukları için ölürken dostlarını çevresinde görmek isteyenler işte buna sığınırlar. Ölüm anında ölümü unutmak isterler. İçlerinde kahramanca bir güç yoktur. Neden kapılarını kilitlemiyor ve tüm sınırların ötesine taşan bir açıklık ve korkuyla o delice hislerin ızdırabını yaşamıyorlar?

Her şeyden öyle uzaklaştırıldık ki! Oysa bu, her şeyin bize eşit derecede ulaşılmaz olduğu anlamına gelmez mi? En derin ve sahici ölüm, yalnızlık içindeki ölümdür – hatta öyle ki, ışık bile ölümün özü haline gelir. Öyle bazı anlar olacak ki, yaşamdan, aşktan, gülümsemelerden, dostlardan ve hatta ölümden bile ayrı düşeceksin. İşte o an, dünyanın boşluğunun ve kendinin anlamsızlığının ötesinde bir şey olup olmadığını soracaksın.

- o -

Dipnot: Geçtiğimiz günlerde E. M. Cioran'ın Ümitsizliğin Dorukları'nda adlı kitabından bir bölüm çevirmiş, üstüne bir parça da gevezelik de etmiştim. Korkmayın sakın, tekrara düşmeyeceğim; sadece "Lirik Olmak Üzerine" adlı o bölümü hatırlatıyor ve ekliyorum: Bu çeviri serisinin devamının gelip gelmeyeceğini ben bile bilmiyorum.

10 Ekim 2017

E. M. Cioran: Lirik Olmak Üzerine (Ümitsizliğin Doruklarında)

10 Ekim 2017 0
Neden kendi içimize kapanıp kalamıyoruz? Neden bir şeyleri ifade etmenin ve şekle sokmanın peşinde koşup duruyor, içimizdeki o değerli muhtevayı ya da “anlamı” açığa vurmak için çabalıyor, en nihayetinde dik başlı ve kaotik olmaktan öte gitmeyen bir süreci umutsuzluk içinde düzene sokmaya çalışıyoruz? İçsel akışımıza onu hiç somutlaştırmaya çalışmadan olduğu gibi boyun eğmemiz, içimizdeki hengâmeyi ve mücadeleyi samimiyetle ve istekle kabullenmemiz daha yapıcı olmaz mıydı? Böylece içimizde dallanıp budaklanan tüm o ruhani deneyimi çok daha şiddetle hissederdik. Her türden iç görü, bereketli bir coşkuyla birbirine karışır ve gelişirdi. Gerçeklik algısı ile ruhani öz tıpkı bir dalganın yükselişi ya da notaların bir araya gelerek melodiyi oluşturması gibi doğmuş olurdu. Birinin kendi gururuyla değil de kendi yüceliğiyle dolup taşması, içsel sonsuzluk hissiyle acı çekmesi, canlılıktan ölecekmiş gibi şiddetle yaşadığı anlamına gelir. Haykırışlarla bir hayatı dibine kadar yaşama duygusu çok nadir görülür ve çok gariptir. Canlılıktan ölebilirmişim gibi hissediyorum ve kendime buna bir açıklama bulmama gerek var mı diye soruyorum. Tüm manevi geçmişin dayanılmaz bir gerilimle içini titrettiğinde, mevcudiyetini baştan ayağa hissedişin gömülü deneyimlerini gün yüzüne çıkardığında ve olağan düzenini yitirdiğinde, yaşamın doruklarından ölümün kucağına düşersin – üstelik her daim ölüme eşlik eden o korku hissi olmadan. Bu, mutluluğun doruklarında dolaşan sevgililerin sarsılmaz aşklarının üzerine ölümün ya da ihanetin gölgesinin düştüğü zamanki o hisse çok benzer.

2 Ekim 2017

Michel Foucault & Noam Chomsky: İnsan Doğası Üzerine

2 Ekim 2017 10
Tarihler 1971'i gösteriyor. Yer, Hollanda'nın Eindhoven kenti. Uluslararası Felsefe Projesi'nin dördüncü gecesi kapsamında dönemin düşün dünyasının en ünlü iki ismi karşı karşıya geliyor. Bir tarafta sosyal teorist Michel Foucault, diğer tarafta dilbilimci Noam Chomsky. İzleyiciler soluklarını ututyor ve tartışma başlıyor.

Peki tartışmanın konusu ne?

Tarih, toplumlar, sınıflar, toplumsal kurumlar ve dahası "insan doğası" kapsamında tartışılmaya başlanıyor. Neden "insan doğası"? Çünkü inşa ettiğimiz her şeyin temelinde, ona ruhunu verdiğimiz "insan doğası"nın etkisi görülmektedir. Chomsky, insanın doğasında kısıtlı bilgiden gelişmiş bilgi çıkarmasını sağlayacak bir öz olduğunu ifade ediyor, bu özün değişmez, sabit ve evrensel olarak mevcudiyetinin altını çiziyor. Özellikle "yaratıcılık" denilen mefhumun her insanda, daha çocukluğundan beri olduğunu ve böylece toplumları ve kurumları oluşturduğumuzu söylüyor. Foucault ise hayır diyor, her birey, içinde yetiştiği kültür ile kendisi olur ve bu kültürü, kültürün içindeki tüm kurumları ki, buna eğitim kurumları bile dahildir, egemen sınıf belirler ve baskı rejimini pekiştirmek için dizayn edilir her şey. Yani "yaratıcılık" denilen mefhum, sınıflar arasındaki çatışma ve uyumsuzluğun doğurduğu çözümlerdir bir bakıma.

24 Eylül 2017

Kindle'a Atılan Taranmış PDF'lerdeki Bazı Harflerin Görünmemesi Sorununun Çözümü

24 Eylül 2017 9
Eski kafalıyımdır biraz, ama bunun en önemli istisnası e-kitap okuyucusudur. İlk başlarda elbette ben de "kitabı eline alacaksın, altını kalemle çizeceksin, o kokusu yok mu o kokusu" gibi gereksiz gösterişlere saplanıp kalmıştım, ama sonra bir Kindle hediye edildi doğum günüm için ve ondan sonra işlerin hiç de öyle olmadığını gördüm. Nitekim Kindle denilen nane, hele ki MOBI format için muazzam bir okuma deneyimi sunuyor. Bunu bilenler bilir, bilmeyenlere de ne desek nasıl anlatsak güç.

Gelgelelim, Kindle'ın PDF dosyalarını açma özelliği olmasına karşın, çoğumuz "taranmış PDF" dosyası sahibi olduğumuz için bu dosyayı atınca bazı harflerin görünmemesi gibi sorunlar ortaya çıkıyor. Yani her sayfada, hele ki temiz taranmamış PDF'lerde, mutlaka birkaç harf eksik oluyor. Elbette ki bu da yukarıda övdüğüm okuma zevkini alıp götürüyor.

Peki böyle olmasının sebebi ve çözümü nedir? Anlatayım.

20 Eylül 2017

The Square Comics

20 Eylül 2017 0
The Square Comics adlı karikatür sayfasından derlediğim ve çevirdiğim karikatürleri aşağıda bulacaksınız. Her ne kadar Facebook üzerinen yayınlansa da, ilkin Webtoon adlı uygulamada görmüştüm bu karikatürleri. Ürün reklamı yapmak gibi olmasın, ancak yarım yıldır düzenli olarak bu uygulamadan karikatür ve çizgi roman okuyorum ve bu işlere ilgisi olan herkese gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum uygulamayı.

The Square Comics'i neden seçip çevirdiğimi söylemek gerekirse, aslında öyle çok komik oldukları için değil, genelde yapılan şakaları ve çizerin mizah anlayışını tatlı bulduğum ve doğrusu baloncuklarını temizleme işi kolay olduğundan -çünkü oldukça basitler- bunu seçtim, hatta aslında seçmiştim. Zira bu karikatürleri teker teker aylar önce Twitter'da çevirip paylaşmıştım, ancak tembel olduğum için bloga daha yeni -ama toplu biçimde- şimdi aktarıyorum.

Umarım siz de eğlenceli bulursunuz.

9 Eylül 2017

Jean-Luc Godard: Histoire(s) du Cinéma

9 Eylül 2017 8
Ey sinemaseverler!

Bir seriyi daha devirdik. İki ayımızı aldı devirmek, ancak Jean-Luc Godard'ın önemli eseri Histoire(s) du Cinéma'yı Türkçeye kazandırmış bulunuyoruz. Elbette haklı bir gurur içinde bu metni kaleme alıyorum. "Böyle bir şey var, çevirmek ister misin?" dediğinde Don Çavo ihtiyatla yaklaştım önce duruma. Nitekim yıllardır çevirisi yapılmamış, zaten elde de doğru düzgün bir altyazı dosyası olmayan bir seri vardı karşımda. Ancak sağ olsun Don Çavo güzel bir altyazı dosyası buldu buluşturdu bir yerlerden bana ve hatta belgesel boyunca geçen her filmin adının yazdığı bir dosya bile gönderdi. Ben de tuttum hem altyazıyı çevirdim hem de her filmin adının yazdığı dosyayı da altyazıya ekleyerek Godard'ın hangi filmlere göndermelerde bulunduğunu izleyiciye aktarmaya çalıştım, ve sanıyorum ki başarılı da oldum.

Histoire(s) du Cinéma: Les Signes Parmi Nous (Bölüm 8) | Son

2 aylık bir sürecin sonua geldik ve bugün Jean-Luc Godard'ın "Histoire(s) du Cinéma"sının son -sekizinci- bölümü olan "Les Signes Parmi Nous"'nun (Aramızdaki İşaretler) çevirisini, altyazı gömmesini, yüklemesini bitirmiş bulunuyorum. Böylece -bir bakıma- üzerimden de bir yük kalkmış gibi oluyor diyebilirim, çünkü ne zaman uzun soluklu bir işe girişsem, biraz da kendimle mücadeleye başlıyorum, bitirebilecek miyim bunu, yoksa yüzüme gözüme mi bulaştıracağım diye çekiniyorum. Ancak denebilir ki, yüzümün akıyla bu işi de eleyerek, eleğimi duvara astım.

Bölümde aslında sürekli bir veda havası vardı sanki, ya da ben son bölüm olduğunu bildiğim için o gözle izledim. Godard'ın önemli gördüğü ve seri boyunca bahsettiği hemen her filmden bir kare gördük. Zaten bana sorarsanız, bu serinin sonuna gelindiğinde, insan anlatabileceği bir şekilde olmasa bile, sinema denilen şeyin ne olması gerektiğini kavramış oluyor, hangi filmlerin değerli olduğunu görüyor. 

2 Eylül 2017

Histoire(s) du Cinéma: Le Controle De L'univers (Bölüm 7)

2 Eylül 2017 2
Histoire(s) du Cinéma'nın yedinci bölümü olan Le Controle De L'univers (Evrenin Yönetimi), yaklaşık 5 gün gecikmeli bitti. Bunun sebebini ise tahmin etmek çok güç değil: Bayram-tatil arası için sağdan soldan gelen eş, dost, tanıdıklar sebebiyle pek vakit bulamadım. Aslında kendimi zorlarsam zamanı rahatlıkla bulabileceğimi bilmeme rağmen işleri hiç de sıkıştırmadım, çünkü çeviriden biraz da uzaklaşmak istedim. Çeviriyi yaparken haz duymak, sıkılmamak, yaptığım işi mekanik bir tekrara dönüştürmemek için bir çaba sarf ediyorum. Olur da bunu kaybedersem çevirinin başına da kolaylıkla oturamayacağımı biliyorum.

Her neyse, bunlar sizin dertleriniz değil; aslına -çok iyi- bakılırsa, benim de derdim değil; mutlaka ve sürekli nişli çıkışlı bir süreci anlama büründürme çabası, en hafif tabiriyle laf kalabalığı.

21 Ağustos 2017

Histoire(s) du Cinéma: Une Vague Nouvelle (Bölüm 6)

21 Ağustos 2017 0
Yeni Dalga adlı sinema akımının içinde sayılabilecek Jean-Luc Godard, Histoire(s) du Cinéma'nın altıncı bölümü olan "Une Vague Nouvelle"da (Yeni Dalga), bu akımı anlatıyor; anlatıyor demek güç olsa da, bu akımın çarpıcı an ve duygudurumlarını bize vermeye çalışıyor.

Sinema nedir, nasıl çalışır, insanlar ile ilişkisi hangi aşamadadır ve "dördüncü duvar"ı bir yönetmen nasıl konumlandırır gibi ipe sapa gelmez konnuları yine neye tekabül ettiği kestirilmesi güç bir dille ortalığa saçan Godard, aslında belgesel serisi boyunca sinemaya, sahnelere, sekanslara ve hatta klişelere nasıl bambaşka bir açıdan bakılabilir, onu gösteriyor bizlere.

Bu sefer çeviri ile ilgili bir şeyler gevelemekten ziyade, geçtiğimiz bölüm yorumlarda sorulan ve benim de olabildiğince açıklıkla cevaplamaya çalıştığım bir konuya değineyim. Sanıyorum ki, soru ve cevabı aynen alıntılamak, her şeyi en iyi şekilde anlatma yöntemi olacaktır.

16 Ağustos 2017

Histoire(s) du Cinéma: La Monnaie De L'absolu (Bölüm 5)

16 Ağustos 2017 3
Histoire(s) du Cinéma'nın beşinci bölümü olan La Monnaie De L'absolu (Mutlak'ın Değeri), şimdiye kadarki bölümler arasında açık ara Godard'ı en fazla duyduğumuz, fikirlerini en açıklıkla dile getirdiği bölüm olabilir. Bu sefer sadece "sanat ya da teknik olarak değil, ama bir gizem olarak sinemadan" bahsetmenin öteine geçiyor, politik duruşunu sergiliyor. Avrupa hükümetlerini suçlayarak başlıyor bölüme, işlenen suçlar karşısındaki görmezden gelişlerini, kekeleyişlerini, itirazlarını alaya alıyor. Daha sonra sinemanın dünyaya hakim olan siyasi durumlar ve savaşlardan ne derece etkilendiğini inceliyor. Artık belirtmeme gerek yok ki, bunu yine kendine has üslubuyla gerçekleştiriyor.

7 Ağustos 2017

Histoire(s) du Cinéma: Fatale Beauté (Bölüm 4)

7 Ağustos 2017 0
Histoire(s) du Cinéma'da yolu yarıladık. Geriye dört bölüm kaldı ve bu ivme ile gidersek bir ay sonra koca serimiz tamamlanmış olacak.

Godard, Bölüm 2B adını verdiği (sayısal olarak dördüncü olan) "Fatale Beauté" (Ölümcül Güzellik) adlı bu bu bölümde, sinemanın fotoğraf sanatından çıkışını, sanatsal bağlamda değil, aslında teknik olarak da değil, bir gizem şeklinde ele alıyor. X-ray ışınlarından tutun, ölü bedenlerin incelenmesine dek, fotoğraf ve dolayısıyla sinema sanatının aşamalarını kendine özgü -anlaşılmaz- biçimle aktarıyor bizlere.

"Tüm hikayeler, şimdi de benimki, onları nasıl anlatabilirim? Onları gösteririm, belki." diyor Godard. Aslında bu cümle, tüm seriyi, arkada geçen yüzlerce sahneyi ve filmi, aktarılan şiirleri ve sadece tamlamalardan oluşan cümleleri bir bakıma açıklıyor. Nitekim Godard, belindeki altıpatları gösteren bir yakın çekimin, erkeğin üreme organına gidişin bir yolu olduğunu söyleyerek, bakılan ile görülen şey arasında alışıldık bağlamın ötesini algıladığını sezdiriyor bizlere.

31 Temmuz 2017

Histoire(s) du Cinéma: Seul Le Cinema (Bölüm 3)

31 Temmuz 2017 2
Histoire(s) du Cinéma'ya -kelimenin tam anlamıyla- kaldığımız yerden devam ediyoruz!

Bu çeviriye başlarken hedefim her hafta bir bölüm çevirmekti, ama kendimden pek de ümitli değildim. Tembelliğimi, araya başka işler alışımı bilenler, neden ümitli olmadığımı da şıp diye anlayacaklardır. Oysa kendimi de -şu ana dek- şaşırtarak her hafta bir çeviri hedefimi tutturarak ilerliyorum ve işte karşınızda, üçüncü bölüm olan (resmi olarak Bölüm 2A olan) Seul Le Cinema (Sadece Sinema) diyorum.

Bundan önceki bölümler 1989 yılında yayınlanmışken, bu bölüm 1999 yılında yayınlanıyor. (Gerçi bazı yerlerde 1994, bazı yerlerde 1997 diyor, ama arada birkaç sene olduğu aşikar.) Aradaki 10 yıl, belgeselin alengirli anlatım biçimine de bir nebze yansıyor. Nitekim Godard bu sefer röportajvari bir biçimde kameranın "yanında" sohbet ediyor, deyim yerindeyse, çenesi açılıyor.

25 Temmuz 2017

Histoire(s) du Cinéma: Une Histoire Seule (Bölüm 2)

25 Temmuz 2017 0
Ey sinemaseverler!

Histoire(s) du Cinéma'nın ikinci bölümü olan Une Histoire Seule'ün (Tek Bir Hikaye) çevirisi ve yüklemesi de nihayet bitti. Birinci bölüm olan Toutes Les Histoires'de de belirttiğim gibi, ne yazık ki videoları telif yüzünden YouTube'a yükleyemiyorum, eh ben de ne yapayım Vimeo'ya yüklüyorum. Orada da haftalık 500 mb yükleme sınırı var; dolayısıyla her hafta yalnızca 1 bölümünü koyabiliyorum. Aslına bakarsanız bu durumdan da şikayetçi olduğum söylenemez, zira pinekliyor, başka çeviriler yapıyor ve haftada sadece bir bölüm çevirmenin rahatlığından hoşnutluk duyuyorum. Bu hesapla gidersek de 6 hafta sonra tüm seri tamamlanmış olacak gibi görünüyor.

Gereksiz ve şahsi ayrıntıları bir kenara bırakırsak; Une Histoire Seule, Bölüm 1 A olarak sunulan Toutes Les Histoires'in zihinsel olarak devamı şeklinde ve Bölüm 1 B olarak karşımıza çıkıyor. Godard'ın bu iki bölüm arasında bir bağ kurduğu açıkça görülebilir. Ancak ilk bölümü izlemiş olanlar, bu belgeseldeki anlatım dilinin -tabiri caizse- neredeyse bilinç akışı yöntemine benzer şekilde olduğunu bilirler ve bu bağlamda ilk iki bölüm arasında alışılagelmiş bir ilişkiyi kurmakta güçlük çekebilirler. Ancak bu iki bölüm bir hafta arayla Mayıs 1989'a yayınlanmışken, geri kalan bölümlerin 1999'da yayınlandığını dikkate alırsak, bu iki bölümün diğer altı bölümden 10 yıllık bir farkı barındıracak şekilde farklı ve birbiriyle bağlantılı olduğunu da kavrarız.

18 Temmuz 2017

Histoire(s) du Cinéma: Toutes Les Histoires (Bölüm 1)

18 Temmuz 2017 2
Derrida belgeselinin çevirisini yeni bitirmiş ve bu sefer bir süreliğine çeviri yapmam diye ortalarda dolaşıyordum. İşte tam o esnada Don Çavo'dan bir mesaj geldi bana.  Jean-Luc Godard'ın "Histoire(s) du Cinéma" adlı çok önemli bir çalışması var, ilerideki planlarına ekleyebilirsin diye. Sağ olsun yaptığım çevirilerde, "Şu önemli, bak bir." diyerek beni harekete geçirme misyonuna sahiptir kendisi. Videodur, altyazıdır gerekli her türlü desteği sağladı. Oturdum ilk bölüm olan "Toutes Les Histoires"i izledim. Baktım sahiden de sinemaseverler için bulunmaz bir nimet, kolları sıvadım.

Ne yazık ki telif yüzünden YouTube'a yüklediğim video silindi, o yüzden şimdilik sadece Vimeo var elimizde. Olur da bu işi profesyonel olarak yapan film siteleri bu yapımı yayınlarlarsa, denk geldikçe onların bağlantılarını da eklerim buraya. Maksat daha çok kişiye bu işlerin ulaşmasını sağlamak zaten. Ha unutmadan, altyazıya ise PlanetDP'den ulaşabilirsiniz.

11 Temmuz 2017

En Compagnie d'Antonin Artaud (1993)

11 Temmuz 2017 1
Uzun zamandır bir sinema filmi çevirisi yapmamıştım. Genelde belgeseller ve düşünürler üzerine eğilme gibi bir misyon edinmiş olmama rağmen, zaman zaman önemli bulduğum isimlere ait bir şeyleri de Türkçeye kazandırmayı seviyorum. Usta ile Margarita, Dirk Gently, Sonsuzluğun Sonu gibi kurgusal materyallerin çevirileri bunlara örnek olarak bir köşede kendi halinde dururken, şimdi bir de bunların yanına My Life and Times with Antonin Artaud (En compagnie d'Antonin Artaud) eklendi.

Gérard Mordillat'ın yönetmenliğini yaptığı ve Jacques Prevel'in 1974 tarihli aynı adlı romanından uyarlanarak 1993 tarihinde sinemaya aktarılan siyah-beyaz bu Fransız filmi, Prevel ve Antonin Artaud arasındaki dostluğu aktarıyor. Rodez'deki akıl hastanesinden 9 yılın ardından ayrılan (bırakılan) Artaud, genç bir şair olan Prevel ile tanışır; daha doğrusu Prevel, Artaud hayranı biri olarak zorla kendini tanıştırır ve aralarında şiir ve uyuşturucu bağlamında bir ilişki kurulmuş olur. Artaud'nun çılgınlıklarıyla ve krizleriyle Prevel, aynı zamanda kendi de gelişim kaydeder, değişir ve içindeki acıyı, şiirlerini kaleme almasını, onları güçlü kılacak asiliği bulmasını sağlayacak şekilde kullanmayı öğrenir.

10 Temmuz 2017

Derrida (2002)

10 Temmuz 2017 12
Mayıs 2017'de çevirisine başladığım, her zaman olduğu gibi öfleyip püfleyerek bilgisayar başına oturmaktan kaçınarak ve bu yetmezmiş gibi bir de araya Lacan çevirisi de sokarak (bir anlamda Derrida'nın rızkını Lacan ile yiyerek) yaklaşık 2 ay sonra bitirdiğim 2002 tarihli yapısökümün en önemli ismi olan Jacques Derrida hakkında yapılmış belgeselin çevirisi, yüklemesi, ıvırı zıvırı nihayet bitti.

Daha evvel yaptığım Cioran, Jung, Bulgakov ve Russell çevirilerinin yanına bir anlamda gururla yerleştirdiğim Derrida, kendi özel yaşamının "arşivlenmesine" izin vermekle aslında bizlere çok büyük bir iyilikte bulunmuştur. Sizleri bilmem, ama bir düşünürü gördüğümde, onu kendini anlatırken izlediğimde, bir anlamda Derrida'nın da işaret ettiği gibi, anlattıklarını kavramakta daha az zorlanır, onu daha sonra okuduğumda zihnimdeki yerine daha uygun yerleştirdiğime inanırım.

1 Temmuz 2017

Konets Vechnosti (1987)

1 Temmuz 2017 2
The End of Eternity (Sonsuzluğun Sonu), Isaac Asimov'un en önemli bağımsız romanlarından biri olarak gösterilebilir. Romanda, mevcut Dünya'ların üstünde yer alan bir Zaman Dünyası'nda kainatı ve zamanı kontrol eden ve böylece Gerçeklik ile oynayan, onu değiştiren bir yapılanma anlatılmaktadır. Spoiler olmaması açısından daha fazla bilgi verilmesini uygun bulmuyorum bundan sonrası için.

Konets Vechnosti, Asimov'un bu önemli eserinin 1987 yılında Andrei Yermash yönetmenliğinde sinemeya aktarılmış halidir. SSCB yapımı olan bu film, romanın aslına olabildiğince sadık kalmaya çalışmış, ancak yine de oluşturduğu atmosfer açısından romanın esnek yapısından farklı olarak mekanik ve hatta distopik bir havaya bürünmüş diyebilirim.

28 Haziran 2017

Jacques Lacan Röportajı (1974)

28 Haziran 2017 4
Aşağıdaki metin, İtalyan gazeteci Emilio Granzotto'nun Jacques Lacan ile gerçekleştirdiği ve 1974 yılında bir İtalyan dergisi olan Panorama'da yayımlanan röportajın tam halidir. Çeviri sırasında David Broder'ın İngilizceye yapmış olduğu çeviri ile Əli Rəhimli'nin Azerbaycancaya yapmış olduğu çeviriden yararlandım ve bu çevirileri karşılaştırarak metne son halini verdim.

Jacques Lacan'ın nispeten kolay bir dille kendini ifade ettiği bu röportajın Lacan'a ilgi duyan ve onu tanımak için bir başlangıç noktası arayanlar için önemli olduğunu düşünüyorum.

9 Haziran 2017

Ölüm

9 Haziran 2017 0
"Dünya'da yaşamış ve ölmüş biri için cehennem hiç de korkutucu bir yer değildir."

Saatine bakmayı ihmal etmiyordu. Hiç kuşkusuz yapacak başka bir işi yoktu. Yanılmıyorsa 27 yıl 8 ay 11 gün 3 saat 42 dakika 17 saniyedir tam olarak durduğu yerde duruyor ve bekliyordu. Kimi beklediğini ise çok iyi biliyordu: Kendini bekliyordu. Nihayet sadece 23 saniye sonra kendisiyle karşılaşacak, tutmayan bir fren sayesinde karşıdan gelen kendisine çarpan kamyonun fırlattığı bedeni, burada bekleyen kendisiyle bir bütün olacak ve kadim öğretilerin ortak noktası olan ölüm gerçekleşecekti.

İnsanların kendileri hakkında bilmedikleri şey de işte tam olarak buydu.

Ne olursa olsun ve ne yaparsa yapsın, kendini eksik hisseder insan. Çünkü zaten en başından eksiktir insan. Bir yarısı yaşar, bir yarısı bekler. Ölüm, yaşamın bekleyişle karşılaştığı anda gerçekleşir. Denebilir ki, insan hem yaşar hem bekler ve bekleyiş bittiğinde yaşam da biter. İşin ilginç yanı ise tam da burada başlar: Ölüm gerçekleştiğinde aslında sadece roller değişir. Yaşayan bekler artık ve bekleyen ise yaşar. Elbette bir başka yaşamdır bunun adı, öyle dememiz gerekir; kavrayamayız çünkü gerçeği, ama nihayetinde ölüm her seferinde yine gerçekleşir. İnsan kendisiyle kaç defa karşılaşır acaba, bunu da sadece tanrı bilebilir.

6 Mayıs 2017

Hayalet

6 Mayıs 2017 0
Bir hayaletle karşı karşıyayız, dedi. Ama onu görmüyoruz, dedim; duymuyoruz da, diye ekledi. Öyleyse, dedim; bir hayaletle karşı karşıyayız, dedi. Omuz silktim, gitmem gerekti. Nereye gideceksin, dedi; boğazını temizledi; nereye gidebileceksin, diye düzeltti. Başka bir yere, dedim; üzerine pek de düşünmeden, hayaletlerin olmadığı bir yere, diye tamamladım. Gözlerini kırpıştırdı, her ne söyleyecektiyse onu masumluğundan söyleyeceğini anladım; iyi ama, dedi sesini yumuşatarak, hayaletlerin olmadığı bir yer yok ki. Bir ya da birden çok bakıma hakkı vardı, olmasaydı da kalıp onunla tartışamazdım. Her yerdeler, dedi ağlamaklı bir sesle; görüyor musun onları, diye sordum; duymuyorum bile, diye içerledi; öyleyse, dedim; bir hayaletle karşı karşıyayız, dedi.

Ne zaman başladı bu, dedim; ne, dedi; hayaletleri görmen, dedim; görmüyorum, dedi; ve duymuyorsun da, diye ekledim. Karşısına bir şey söyleyecekmiş gibi dikildim; birkaç derin nefes, dudakta oynayan birkaç kas, sağa ve sola kayan bakışlar, hiçbir şey, anlıyor musun, hiçbir şey gelmedi aklıma; saçmalık, dedim; elimi omzuna koymak istedim, nedense beceremedim. İkimizden biri ağlamalı, dedi; gülümsedim, neden, dedim; sessizliği yalnızca göz yaşı katlanılabilir kılar, dedi; ona inanmadım.

20 Nisan 2017

Bertrand Russell - Face to Face (BBC - 1959)

20 Nisan 2017 0
Yolu entelektüel okumalardan geçen biri mutlaka Bertrand Russell ile tanışmıştır. 20. yüzyılın en etkili filozof ve matematikçilerinden biri olan Russell, özellikle Birinci Dünya Savaşı karşıtı barış sever gösterileri, yazıları ve konuşmaları ile İkinci Dünya Savaşı sonrası nükleer silahsızlanma yanlısı tutumuyla bir anlamda döneminin önemli bir aktivisti olmuştur.

Gottlob Frege ve Ludwig Wittgenstein ile birlikte analitik felsefenin kurucusu kabul edilen Bertrand Russell, soylu bir aileden gelmiş ama çoğu zaman soyluların elinde bulundurduğu kurumsal güce karşı da durmuştur. Özgürlükçü görüşleri sebebiyle zaman zaman büyük sıkıntılar çekmiş, hatta Cambridge'deki görevinden barış yanlısı tutumu sebebiyle, City College of New York'daki görevinden ise ahlaki suçlamalar sebebiyle atılmıştır. Buna karşın, insan haklarını ve düşünce özgürlüğünü savunduğu yazıları dolayısıyla 1950 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülmüştür.

30 Mart 2017

Doctor Who'dan 7 Alıntı

30 Mart 2017 0
1.
Evren, kocamandır. Muazzam büyüklükte ve karmakarışık ve saçma sapandır. Ve bazen, çok nadiren, imkansız bir şey gerçekleşiverir ve biz ona mucize deriz.
— Sezon 5, Bölüm 12

2.
Silah mı istiyorsun? Kütüphanedeyiz! Kitaplar! İşte Dünya'daki en iyi silahlar.
— Sezon 2, Bölüm 2

3.
Çocukken her şeyin büyümekten, iş bulmaktan, evlenmekten, ev almaktan, çocuk sahibi olmaktan ibaret olduğunu söylerler. Ancak gerçek şu ki, Dünya bundan çok daha gariptir. Çok daha karanlık ve çok daha delicesinedir. Ve çok daha iyidir.
— Sezon 2, Bölüm 10

22 Mart 2017

Noriko Ibaraki: Kısadır Hayat

22 Mart 2017 0
kısadır hayat,
çok ama çok kısadır;
diyelim, altmış ya da yetmiş yıldır.

kaç pirinç yetişecek bu kadar sürede bir tarlada?
kaç ekmek pişecek taş ocaklarda?
öğretmenler aynı şeyi kaç defa tekrarlayacak?

gramer ve matematikle, balığın ve
ıvır zıvırın ekolojisiyle doluşturulacak
gerçek dünyaya hazırlanan çocuğun kafası.

sonra sıra gelecek tüm o eleyici seçimlere;
korkunç kurallarla boğuşacak
adaletsizlikle çarpışacak
anlamsız bir savaşın ardından
angarya ile ezilecek ruhlar.
ve sonra okul, iş, evlilik gelecek.

minik bir bebek doğacak ve ardından
endişe kaplayacak her yanı.
kendine dair her şey bir lükse dönüşecek.

21 Şubat 2017

Zaman Makinesi

21 Şubat 2017 0
Kabloları tekrar kontrol etti profesör. Bir yanlışlık olmayacağından emindi, ama bir o kadar da gergindi. Nihayet imkansız olanı başarmış ve bir zaman makinesi üretmişti. Şimdiyse onu satmaya çalışıyordu. Hangarın ortasındaki kocaman kapsülün içine şirket çalışanlarından genç bir adam girmişti. Profesör, asla insanların ne hissettiğini anlayan türden biri olmamıştı, ama bu delikanlının heyecan içinde olduğunu rahatlıkla görebiliyordu. Nasıl olmasındı ki? İnsanlık tarihinde zamanda geriye gidecek ilk kişilerden biri olacaktı. Ancak hiç kuşkusuz, ilki değildi.

Gözlüğünü çıkaran profesör, önlerindeki bilgisayarlara kitlenmiş şirketin diğer çalışanlarının yanına gitti. Hepsi kendilerince bir şeyleri anlamaya çalışıyor, bu işin nasıl gerçekleştiğine dair bir ipucu yakalamak için her şeyi inceliyorlardı. Profesör istemsizce gülümsedi. Hiçbirinin bunu çözemeyeceğini bir şekilde biliyordu.

Nihayet şirket müdürü, profesöre yaklaştı ve "Hazırsanız," dedi çekingen bir sesle, "başlayabiliriz." Profesör, "Biraz müsaade eder misiniz?" diye yanıtladı onu. Müdür anlayışla başını salladı ve diğer çalışanların yanına doğru gitti. Kendisine bir kahve hazırlayan profesör birkaç yudum aldıktan sonra kapsüle baktı ve gözlerindeki hüznü gizlemek için gözlüğü taktı.

3 Şubat 2017

Oda

3 Şubat 2017 0
Biz, beşimiz, Dünya'yı kurtarmaya karar vermiştik, ama önce bu odadan dışarı çıkmamız gerekti. "Hangi odadan?" diye sordu içimizden biri ve kitaptan başını bile kaldırmadan sayfayı çevirdi. Öbürü üç beş adım attı ileriye doğru, duvara tosladı ve yine üç beş adımla başladığı yere döndü. "Odadan değil," dedi tekrar yola koyulduğunda, "Duvarlardan kurtulmamız lazım." Hakkı vardı bir bakıma, çünkü bu odada bir kapı yoktu. Dışarı çıkmak istiyorsak bu duvarlardan birini yıkmamız lazımdı. Oysa elimizde ne bir balyoz vardı ne de bir kürek.

"Dışarıda ne var sanıyorsunuz?" dedi kısık sesiyle üçüncümüz. En başından beri avuçlarını duvarlara dayamış ve öyle kalmıştı. Hep bir şeyler duymaya çalışır gibi kaşlarını çatardı, ama bizler onun bir şey duyup duymadığını asla anlayamazdık. Soruyu yineledi: "Dışarıda ne var sanıyorsunuz? Yeni duvarlar ve odalardan başka!" Bunun bir soru değil de bir cevap olduğunu kaçımız anladı acaba? Daha da vahimi, bu cevabın doğru olup olmadığını kaçımız öğrendi?

Ne yaparsak yapalım, bir türlü asıl konuya odaklanamıyorduk. Neydi bizim asıl konumuz? Dünya'yı kurtarmak. Dünya'yı kurtarmak için ne yapmamız lazımdı? Hiç kuşkusuz bu odadan çıkmamız lazımdı. Şu odayı bir aşabilsek gerisi gelecekti. Buna gönülden inanıyorduk. En azından bir zamanlar buna gönülden inanmıştık. Oysa artık içimizden bazıları buna o kadar da inanıyor değildi.

5 Ocak 2017

Franz Kafka: Kovalı Süvari

5 Ocak 2017 0
Mecazların ardından gittiğinizde kendiniz de bir mecaza dönüşür, sonuçta günlük yaşamın zorluklarından sıyrılıverirsiniz.

***

Köprü bir kez kurulmasın, çöküp gitmedikçe bir daha kurtulamaz köprülükten.

***

Neden uyumuyorsun? Çünkü birinin uyanık kalması gerek. Birinin nöbet tutması gerek.

***

Düşünür için sıradan küçük bir nesneyi, örneğin bir topacı anlamak her şeyi anlamakla eşdeğerdi. Bu nedenle büyük sorunlarla ilgilenmiyor, bunu zaman savurganlığı olarak görüyordu.

***

Kimse gelmiyorsa, kimse gelmediğindendir. (...) Kimsenin bana yardım etmemesi kötü ama bu kimsesizlik de güzel.
 
Sağlıcakla kalmanızı dilerim.