21 Şubat 2017

Zaman Makinesi

21 Şubat 2017 0
Kabloları tekrar kontrol etti profesör. Bir yanlışlık olmayacağından emindi, ama bir o kadar da gergindi. Nihayet imkansız olanı başarmış ve bir zaman makinesi üretmişti. Şimdiyse onu satmaya çalışıyordu. Hangarın ortasındaki kocaman kapsülün içine şirket çalışanlarından genç bir adam girmişti. Profesör, asla insanların ne hissettiğini anlayan türden biri olmamıştı, ama bu delikanlının heyecan içinde olduğunu rahatlıkla görebiliyordu. Nasıl olmasındı ki? İnsanlık tarihinde zamanda geriye gidecek ilk kişilerden biri olacaktı. Ancak hiç kuşkusuz, ilki değildi.

Gözlüğünü çıkaran profesör, önlerindeki bilgisayarlara kitlenmiş şirketin diğer çalışanlarının yanına gitti. Hepsi kendilerince bir şeyleri anlamaya çalışıyor, bu işin nasıl gerçekleştiğine dair bir ipucu yakalamak için her şeyi inceliyorlardı. Profesör istemsizce gülümsedi. Hiçbirinin bunu çözemeyeceğini bir şekilde biliyordu.

Nihayet şirket müdürü, profesöre yaklaştı ve "Hazırsanız," dedi çekingen bir sesle, "başlayabiliriz." Profesör, "Biraz müsaade eder misiniz?" diye yanıtladı onu. Müdür anlayışla başını salladı ve diğer çalışanların yanına doğru gitti. Kendisine bir kahve hazırlayan profesör birkaç yudum aldıktan sonra kapsüle baktı ve gözlerindeki hüznü gizlemek için gözlüğü taktı.

3 Şubat 2017

Oda

3 Şubat 2017 0
Biz, beşimiz, Dünya'yı kurtarmaya karar vermiştik, ama önce bu odadan dışarı çıkmamız gerekti. "Hangi odadan?" diye sordu içimizden biri ve kitaptan başını bile kaldırmadan sayfayı çevirdi. Öbürü üç beş adım attı ileriye doğru, duvara tosladı ve yine üç beş adımla başladığı yere döndü. "Odadan değil," dedi tekrar yola koyulduğunda, "Duvarlardan kurtulmamız lazım." Hakkı vardı bir bakıma, çünkü bu odada bir kapı yoktu. Dışarı çıkmak istiyorsak bu duvarlardan birini yıkmamız lazımdı. Oysa elimizde ne bir balyoz vardı ne de bir kürek.

"Dışarıda ne var sanıyorsunuz?" dedi kısık sesiyle üçüncümüz. En başından beri avuçlarını duvarlara dayamış ve öyle kalmıştı. Hep bir şeyler duymaya çalışır gibi kaşlarını çatardı, ama bizler onun bir şey duyup duymadığını asla anlayamazdık. Soruyu yineledi: "Dışarıda ne var sanıyorsunuz? Yeni duvarlar ve odalardan başka!" Bunun bir soru değil de bir cevap olduğunu kaçımız anladı acaba? Daha da vahimi, bu cevabın doğru olup olmadığını kaçımız öğrendi?

Ne yaparsak yapalım, bir türlü asıl konuya odaklanamıyorduk. Neydi bizim asıl konumuz? Dünya'yı kurtarmak. Dünya'yı kurtarmak için ne yapmamız lazımdı? Hiç kuşkusuz bu odadan çıkmamız lazımdı. Şu odayı bir aşabilsek gerisi gelecekti. Buna gönülden inanıyorduk. En azından bir zamanlar buna gönülden inanmıştık. Oysa artık içimizden bazıları buna o kadar da inanıyor değildi.
 
Sağlıcakla kalmanızı dilerim.