27 Kasım 2018

E. M. Cioran: Ecartelement

27 Kasım 2018 20
Okur için bir şeyleri kolaylaştırmaya asla uğraşmayın. Girdiğiniz bu zahmet için size asla minnettar olmayacaktır. Okurun sevdiği şey, anlamak değildir; yerinde saymayı, sıkışıp kalmayı, cezalandırılmayı ister okur. Bundandır bazı müphem yazarların saygınlığı; bundandır karmaşanın daimi cazibesi.

*

Belki de taslaklarımızın ilk hallerini yayımlamalıyız, henüz kendimizin ne demeye çalıştığını anlamadan önceki halini.

*

Filozoflar profesörler için yazar; düşünürler ise, yazarlar için.

*

Yalnızca bitirilmemiş -bitirilemez olduğu için bitirilmemiş- işler bizleri sanatın özü hakkında konuşmaya teşvik eder.

*

Mistik dile çevrilemeyen şey, yaşanmaya da değmez.

28 Haziran 2018

Geçmiş

28 Haziran 2018 4
Ölmeyi o kadar derinden dilemişti ki, ne zaman içinde bir yaşam aşkı duysa utancından ne yapacağını bilemiyor, kendisine ihanet ettiğini hissediyordu. Bundan kurtulmanın bir yolunu yıllarca bulamamış ve en sonunda kendisiyle barışmak zorunda kalan her insanın yaptığı şeyi, kendisini kandırmayı tercih etmişti.

Geçmişte, diyordu ansızın aynanın karşısında kendisini gördüğünde, kaldı her şey. Oysa hiçbir şeyin geçmişte kalmadığının farkındaydı: İnsan, geçmişidir. Ne şimdi vardır insanın elinde ne de gelecek. Her şeyimiz geçmişin gölgesindedir; geçmiş asla geçmez, geride bir şey kalmaz. Yumruğunu sıkan ve duvara olmadık bir anda indiren herkes bilir bunu; acı, geçmişin var olma biçimidir; tam da şimdidedir geçmiş, içinde bulunduğun zamanda varlığını sürdürür. Ölüm, geçmişin cisimleşmiş halidir. Ölümün olduğu yerde sadece geçmiş vardır. Bundandır yalnız insanların aynaya bakmayı sevmemesi: Orada geçmişi görür; tek gerçek olduğunu bilirler bunun; kendisiyle göz göze gelmiş insanlar kendi gözlerinde geçmişi görür ve bundan asla hoşnut olmazlar. Denebilir ki kendisini gerçekten görmüş olan insan, ölümü de görmüştür.

Şimdi durmuş sokağın orta yerinde, kafasını kaldırmış ayı izliyordu. Ölmeyi istiyordu, belki tam da bu yüzden yaşamayı istiyordu. Ölmeyi hak etmek istiyordu. Yılmak değil, kaçmak değil, görmek ve geçirmek ve bitirmek istiyordu yaşamı, işte tam da ondan sonra ölmek istiyordu. İndirmeseydi kafasını ve boş sokakta ağır aksak adımlarla eli cebinde evin yolunu tutmasaydı, biraz daha kafa patlatsaydı, aslında hiçbir şey istemediğini de anlayacaktı. Ne ölmek ne yaşamak istiyordu; olan olsun ve bitsin diye bekliyor, beklerken can sıkıntısından olur olmadık şeylere inanıyordu, en fenası da fark edemediği bir bıkkınlıkla bir şeyler istediğine inanıyordu.

Denir ki insan, başkaları varken çok daha kolaylıkla kendisi olur. Belki kendisi olmasına bile gerek olmaz, birisi olması yeterlidir. Geçmişinin herhangi bir parçasından herhangi birisi olabilir. Oysa boş sokaklarda yürümüş ve uzanan boş yola bakan biri geçmişte yaşar, karanlığın içinde adımlarını atarken kimse değildir artık o.

Elbette ki o, bunların hiçbirini düşünmedi. Bir ıslık bile tutturmadı. Durduk yere bir kaldırım taşına basarken kendi kendine gülümsediğinin farkına vardı; deliremediği için kendisini asla affedemeyeceğini anladı.

Ümid Gurbanov

11 Haziran 2018

Kara Delik

11 Haziran 2018 0
Odamda bir kara delik var.

Buna inanması güç, biliyorum, ama insanın yıllardır olduğu yerde duran kitapları birer ikişer kaybolduğunda, buna bir açıklama bulmak hiç de sanıldığı kadar kolay olmuyor. Elbette ilkin kitaplar değildi yitenler; masanın üzerine bıraktığım üç beş kuruştu, bir türlü nerede olduğunu bulamadığım kalemlerdi, kutusundan eksilen ilaçlardı, hatta kimi zaman bir kenara not ettiğim bölük pörçük cümlelerdi. Odadan sürekli bir şeyler eksiliyordu, bense her aynaya baktığımda hiçbir şey olmamış gibi kendimi görüyordum. Buna bir anlam vermek çok güçtü, ta ki bir gün hışımla odaya girip babamdan kalma saatimi çıkarıp elimden düşürürken ve saatin yere çarpmasını yüzümü buruşturarak beklerken saatin aniden yok olduğunu görünceye dek. Böyle bir durumda önce gözler kırpıştırılır, elbette nefes alışlar sıklaşır, kaşları çatmak ve gerilemek, sonra kaçacak bir yer olmadığını hatırlayıp ağır ağır eğilmek yapılacak işlerin en doğalıdır. Avuçla yer şöyle bir yoklanır. Soğuktur. Sanki daha yeni bir saati yutmamış gibi kendi halindedir. Orada öylece durmanın bir fayda etmediğini anlamak uzun sürmez. Aniden kalkılır. Şöyle bir etrafa bakılır, hiç kuşkusuz atılacak, daha doğrusu yere bırakılacak bir şeyler aranır. Böylesi bir mucizenin içindeyken bile insan ilk eline geleni atmayı başaramaz. Düşünür, neyi kaybederse en az üzüleceğini hesap eder. Eski bir defterden bir sayfa yırtılır ve tam saatin yok olduğu yere bırakılır. Bir parça kağıt asla bir saat kadar hızlı düşmez; oysa iş yere değme anına geldiğinde, tıpkı bir saat kadar hızla yok olur. Artık insanın gözlerine inanamadığı safhaya geçilir. Gerçek apaçık ortadadır: Odamda bir kara delik var-dır.

30 Nisan 2018

Thomas Bernhard Buydu! (1994)

30 Nisan 2018 0
Neredeyse tamamı Thomas Bernhard'ın röportaj ve kayıtlarından oluşan 1994 yapımı "Das War Thomas Bernhard" (Thomas Bernhard Buydu) adlı belgeseli Türkçeye kazandırmış olmanın bir miktar gururunu taşımıyorum desem, yalan söylemiş olurum sanırım. 

Yaklaşık 1 aydır herhangi bir çeviri yapmıyordum ve dönüşümü uzun zamandır çevirmeyi istediğim, benim için değerli bir isimle yapmak istedim. Muhtemelen edebiyatsever kimselerin gayet iyi tanıdığı bir isim olan Bernhard, sadece eli kalem tutarken değil, ağzı laf yaparken de barındırdığı derinliği karşıdakine aktarmayı başarıyor, insanı kendisine hayran bırakıyor.

Sanırım yıllar sonra geriye dönüp baktığımda en gurur duyacağım işlerden biri oldu bu. Belgeselden kesitler alarak ufak da bir fragman hazırladım, isteyenler Twitter sayfamdan ulaşıp onu da izleyebilirler.

9 Nisan 2018

Zizek'ten Nükteler

9 Nisan 2018 0
Slavoj Zizek'in sağda solda anlattığı fıkralardan, anekdotlardan, nüktelerden hatta şakalardan derlenen ve Erkal Ünal'ın çevirip Encore Yayınları'ndan çıkan bu kitap felsefenin yer yer soğuk ve korkunç yönünü bir anlamda aşması ve esprili anlatılarda bile derin anlamlar, çıkarımlar bulunabileceğini göstermesi bakımından oldukça hoşuma gitti. Hatta unutmamayı başarırsam ben de Zizek gibi sağda solda bazı fıkraları anlatarak bir konuyu bir yere bağlamayı bile umuyor, ama muhtemelen başaramayacağımı da biliyorum.

Bu bakımdan özellikle hoşuma giden, güldüğüm veya anlamlı anlamlı uzaklara (duvara) baktığım birkaç nükteyi buraya da koymak istiyorum. İleride büyük olasılıkla bunları unuttuğumda döner bakarım, bir açıdan hafızamı tazelerim.

Tabii şunu da belirtmeden geçmeyeyim, buraya tüm beğendiklerimi koymuyorum, yoksa kitabın epey bir bölümünü eklemem gerekecekti. Beğendiklerim arasında bir seçme yapma durumunda kalarak ve okuyucuyu da çok sıkmayacak uzunlukta bir gönderi olmasını tasarlayarak alıntıları ekliyorum. (Evet, tam bunu yazarken bir yandan da hangilerini koysam diye kitaba bakınıyorum...)

12 Mart 2018

Margaret Atwood Söyleşisi (2015)

12 Mart 2018 1
15 Ocak 2015 tarihli TV programına konuk olan ve özellikle The Handmaid's Tale (Damızlık Kızın Öyküsü) ile bildiğimiz feminist yazar Margaret Atwood hayatından, inançlarından, eserlerinden ve projelerinden bahsediyor.

25 Şubat 2018

Carl Gustav Jung: Face to Face (BBC - 1959)

25 Şubat 2018 1
John Freeman'ın ünlü isimlerle yaptığı söyleşilerden oluşan 1959 tarihli Face to Face adlı programın 1. sezon 8. bölüm konuğu olan Carl Gustav Jung, yaklaşık 40 dakika boyunca akademik tartışmalara neredeyse hiç girmeyerek, sadece kendisini büyük bir samimiyetle anlatıyor; torunlarından, okul hayatından, güçlü ve büyük oluşundan ve karıştığı kavgalardan, parasızlığından, eğitiminden, neleri okumayı sevdiğinden, Freud ile ilişkisinden ve psikolojik tiplerini oluştururken hangi klinik vakalardan yola çıktığından bahsediyor.

Daha önce Uğur Demir ile birlikte 1957 tarihli "Jung on Film"i çevirmiştik, orada daha akademik tartışmalara giren Jung, bu sefer tek çevirdiğim bu yapımda tamamen kişisel olarak kendinden bahsediyor ve bana kalırsa onu bir insan olarak tanımak için en uygun kayıt budur.

Bu arada, yine Face To Face serisinden Bertrand Russell'ın konuk olduğu bölümü de çevirmiştim geçtiğimiz zamanlarda, onu da hatırlatmış olayım.

14 Ocak 2018

A Zed & Two Noughts (1985)

14 Ocak 2018 4
Uzun zaman sonra, yani yaklaşık 6 ay sonra, uzun metrajlı bir film çevirmek istedim ve tabii ki doğal olarak hasta oldum. Yaklaşık 3 gün süren hastalığımdan sonra ufaktan iyileşme sürecine girer girmez filmi çevirmeye başladım ve tam şu an her şeyiyle bitmiş bir şekilde bloga bu tanıtım yazısını yazmanın haklı gururu içerisindeyim.

Peter Greenaway'in yazıp yönettiği 1985 yapımı bu filmi aslında yanılmıyorsam geçen sene veya en fazla bir buçuk sene önce izlemiştim. Açıkçası filmin daha yarılarına gelmeden "Bunu çevirmem gerek!" diye düşünmeye başladım. Bir filmin sadece neyi değil, nasıl anlattığının da ne denli önemli olduğunun adeta kanıtı niteliğinde bu film. Ortada aslında basit bir konu var; zoolog olan iki erkek kardeş var ve bir kazada eşi ölüyor bunlardan birinin. Böylece yas sürecine giren kardeş, milyarlarca yıl süren evrimimizin nasıl olup da yok oluşla sonuçlandığını düşünmeye başlıyor ve çürümeyi incelemek istiyor, bunu takıntı haline getiriyor. Elbette diğer kardeş de ondan eksik kalmıyor. Öte yandansa, mitolojik tanrıların ve hikayelerin esinlediği Leda ve Venus gibi kadın karakterlerimiz var. Biri zebralara düşkün, öteki ise kazada kaybettiği bacağıyla kendi değişiminin içine girmiş durumda.

Nasıl desem, çok gülünç aslında filmi anlatmaya çalışmam, çünkü anlatılacak bir şey değil. Bu filmi izlemeniz gerekiyor; o sahneleri, absürt olan diyalogları, Michael Nyman'in enfes müzikleri eşliğinde bıçak gibi keskin karakterlerin en canlı duyguları seyirciye anlatışına tanık olmaktan başka çaresi yok seyircinin.

8 Ocak 2018

Douglas Adams: Papağanlar, Evren ve Her Şey (2001)

8 Ocak 2018 3
1952 yılında doğan ve 2001 yılında henüz 49 yaşındayken geçirdiği kalp krizi yüzünden ölen Douglas Adams, Otostopçunun Galaksi Rehberi ve Dirk Gently kitap serileriyle bende sayısız ufuklar açmış, hem mizahın hem de bilim kurgunun ne kadar güzel şeyler olduğunu zihnime silinemez bir biçimde çakmıştır.

Şöyle ifade edeyim, Otostopçunun Galaksi Rehberi'ni okurken bazen kıkırdıyor bazen kitabı bırakıp nasıl böyle dahice bir şey yazılabilir diye odanın içinde turluyordum. Abarttığım düşünülebilir, ama aslında utandığım için az bile anlatıyorum, çünkü ortada gerçekten beni sarsan bir metin olduğunda aklımı yitirecek gibi oluyorum. Sanırım bir şeyler okumayı da bu yüzden seviyorum. Omuzlarımdan tutulup sarsılma hissini arıyorum; çoğunlukla anlamı olmayan bu hayatın bir anlığına çok farklı anlamlar kazandığını hissediyorum.
 
Sağlıcakla kalmanızı dilerim.