21 Haziran 2016

Ben, Ölü Değilim

21 Haziran 2016
"Ben, ölü değilim," dedi bir çırpıda. Oysa sadece adres sormuştum ona, çok anlamsız bir cevaptı bu. "İyi ama," diyecek oldum, gerisini getiremedim. Sanırım ne demem gerektiğini bilemedim. Adam gözlerimin içine baka baka tekrar etti: "Ben, ölü değilim!" Ve yürümeye devam etti. Giderken kafasını öyle bir salladı ki, canını sıkmışım gibi bir hisse kapıldım hemen oracıkta, utandım, sıkıldım. Böyle biriydim işte, nasıl bir ahmaklıkla karşı karşıya olduğum hiçbir şeyi değiştirmiyordu, hep kabahati kendimde bulacak bir yol keşfediyordum, illa ki ufak bir ayrıntının içinde kendimi suçlu çıkaracak bir gerçeği eşeleyip ortaya çıkarıyor ve ona sarılıyordum. Omuz silkmek ve başka birine adresi sormaktan başka elimden bir şey gelmeyecekti, istersem binlerce yıl durayım orada, yine de artık çok geçti, ölü olmayan adam gitmişti bile ve asla peşinden koşacak, neden böyle dediğini öğrenemeyecektim.

Alnımda biriken ter damlacıklarını çekinerek sildim ve hem kısık hem korkak bir sesle durakta bekleyen kadına yaklaştım. Gülümsemeye çalıştım, nasıl ki o adam ölü değilse, ben de sapık değildim; bunu o kadına göstermeli, daha en başta aklına minicik dahi olsa benim hakkımda kötü bir fikir gelmişse, onu buna pişman etmeliydim. Ama hayır, gülümsemeyi becerememiş olmalıyım ki kadın bir adım geriledi ve çantasını biraz daha sıkı kavradı. Hani, ne oldu, ona gününü gösterecektim? Evet, ona gününü gösterecektim! Ben de bir adım geri adım attım, anlamalıydı, umrumda değildi o, sadece bir adres soracaktım.

Biçimsiz bir konuşma ve kekeleyen tekrarlarla sordum adresi. Kadın durdu ve düşündü. Çevresine bakındı. Bir şeyler söyledi, ama duyamadım. Yaklaşmak zorunda kaldım ve inanın bana, tatsız bir yenilginin ortasında olduğumu hissettim, kadın hala da güvenmiyordu bana, tekrar sarıldı çantasına. Ama artık buna kafa yoracak değildim, evet, belki de ahlaksız sapığın tekiydim. Kim bilir! Az bile yapmıştı kadın. Ben, her şeyden önce kendime güvenmeliydim, ama başaramamıştım. Kendimi yersiz bir yarışa sokmasaydım, bir yenilgi de almayacaktım. Bir türlü anlayamamıştım bunu, ya da anlamış, ama kendime engel olamamıştım.

"Ben, ölü değilim," dedi uzakta bir yeri göstererek ve sonra parmaklarını sağa doğru kaydırarak, "Ben, ölü değilim," diye tekrarladı. Sonra yüzüme bakıp son kez "Ben, ölü değilim," dedi ve durağın içine doğru gerilemeye başladı. Buna bir anlam vermemin imkanı yoktu. Çevreme baktım, kameraları aradım, bir şaka olabilirdi bu, fazlası değil. İncelikle planlanmış, benim gibi zavallıları ağına düşüren bir şaka. Birilerini güldürmekten daha fazla işe yarayamazmışım gibi! Ama nasıl olabilirdi bu? Yoldan rastgele bir adamı seçmiştim ve bu koca şehirde gene rastgele bir kadına yanaşmıştım. Hayır, hayır, bu dünyada kimse bu denli büyük bir şaka yapacak kadar beni önemsiyor olamazdı.

Bu işe bir son vermem gerekiyordu. Hızla karşıya geçtim. Epey korna yedim. Ve bir çocuğun koluna yapıştım, elinde mendilleri vardı. Burnunu çekti ve mendili uzattı ve soğuk gözlerini gözlerime dikip, "Ben, ölü değilim," dedi. Dizlerimin üzerine çökmüş olmalıyım; doğrusu, çöktüğümü hatırlamıyorum, ama yerde olduğumu ve kalkmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Birkaç kişi yığıldı başıma, uğultular duyuluyordu, kalabalığa hiç kulak kabartmadığımı fark ettim o an ve gelen sesleri birleştirdiğimde ortaya ne çıkacağını çok iyi biliyordum. Evet, haklıydım, herkes bir ağızdan aynı şeyi diyordu: "Ben, ölü değilim."

Kendimde bulduğum son güçle fırladım ayağa ve koşmaya başladım. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Umrumda olduğu da söylenemezdi. Koşarken aklıma daha iyi çözümler geleceği ümidi vardı içimde bir yerlerde. Hiç ummadığım bir derinlikte, beni kurtaracak olan bir şeyi bildiğime inanarak yıllarımı harcadım. Kendimi kandırdığımın da farkındaydım aslında ve bunun bir önemi yoktu. Kendi varlığımı sürdürmenin tek yolu, sürdürülmesi gereken bir varlığım olduğuna inanmaktan geçiyordu.

Nihayet nefes nefese kaldım ve paldır küldür bir apartman boşluğuna daldım. Düşününce, böylesi bir saçmalığın hayatım boyunca beklediğim mucize olabileceğini fark ettim. Ama sahiden, bir mucizeyi hak edecek biri miydim? Kimdim ben, neydim? Dünyanın benim etrafımda dönmediğini anlamam yıllarımı almıştı, hayır, yanılıyor olamazdım. Mucizelere değil, bir mucizeye tanıklık edebileceğime inanmıyordum.

Bu koca belirsizliğin içinde şimşek gibi çaktı fikir zihnimde. Senelerce beklediğim, derinlere gizlediğim, beni kurtaracak şey bu olabilir miydi? Hayır, hiç sanmıyorum. Olsa olsa beni iyice işin içinden çıkılmaz bir duruma sokacaktı. Olsun, yine de, hakikati aramıyor muydum? Kaybolmayı göze almış olmam gerekmiyor muydu?

Ağır ağır düzelmişti soluğum ve etraftan hiç ses gelmiyordu. Dudaklarımı ıslattım dilimle ve cesaretimi toplamaya çalıştım. Sıkılıydı yumruklarım, titriyordu dizlerim, her şey olması gerektiği gibiydi, kalbim bile buna ayak uydurmuş haddini aşarak çarpıyordu. Belli belirsiz bir tereddüt anından sonra kendi adımı fısıldadım. Kim bilir, belki de hayatımda ilk defa ne dediğimi tüm benliğimle dinledim. Evet, kendi adımı fısıldamıştım, ama tek duyduğum: "Ben, ölüyüm."

Ümid Gurbanov

0 yorum var:

Yorum Gönder

 
Sağlıcakla kalmanızı dilerim.