7 Kasım 2016

Yazımevi

7 Kasım 2016
İçeriye son olarak Phanus gelmişti. Roth, ona alt kata geçmesini işaret ettikten sonra, buluştukları mahzenin ağır demir kapısını yerine itip, defalarca kilitledi, kendince güvenliği sağladı. Bir süre etrafa kulak kabarttıktan sonra hiçbir ses duymadığına emin oldu ve kendisi de diğerlerinin yanına geçti.

İçeride her zamanki gibi korku ve karamsarlık hakimdi. Roth, kapı eşiğinde durup içerideki dört kişiyi inceledi. Umutsuz vakalardı hepsi. Belki, kendisi de öyleydi. Phanus, Dimitri, Jacob, Hasim… Hepsi de ölmüş bir mesleğin son temsilcileriydi. Hayır, buna meslek denemezdi.

“Gel artık.” diye çıkıştı Dimitri. Roth kafa sallamakla yetindi ve yuvarlak masanın etrafındaki boş sandalyenin birine bıraktı kendini. Bir liderleri olmamıştı hiçbir zaman; bu yüzden de söze kimin başlayacağı belli değildi. Hasim boğazını temizledi, Jacob söze girdi:

“Beyler, biliyorsunuz, hepimiz perişan haldeyiz. Yapmaya çalıştığımız şey…” durakladı. Gözü özellikle Phanus’a çevrildi. “Yani, biliyorsunuz, başaramıyoruz. Olmuyor.”

Roth arkasına yaslanıp masayı süzmeye başladı.

“Yenilgiyi kabul etmek kolay olandı. Yazılım şirketleri ilk yazar programını sunduğunda vazgeçebilirdik. İşlerin bu noktaya geleceğini tahmin edebilirdik. Ama devam ettik.”

Dimitri, bu girişiyle, sözü Jacob’tan almıştı. “Tekrar etmemize gerek yok. Yeryüzünün son bilimkurgu yazarlarıyız. Ve bizlerin de artık bir anlamı kalmadı.” Cümlenin sonuna doğru sesini alçaltmıştı hiç farkında olmadan.

“Kabul etmemiz gereken şey,” diye Hasim’in kalın sesi duyuldu, “onların çok daha iyi hikayeleri var. Her geçen gün kendilerini geliştirdiler. Sonuçta hepsi birer bilgisayar programı. Bir insandan çok daha üstün bir şekilde tasarlıyorlar kurgularını ve hayal gücümüzün ötesindeki şeyleri hesap edebiliyorlar.”

Roth, ileriye doğru yanaştı. Konuşma ilgisini çekmeye başlamıştı.

Hasim sözüne devam etti.

“Eski günleri hepimiz özlüyoruz. Ne zaman şaşırtıcı bir hikaye bulsak sevinirdik. Adım adım işlerdik onu. Karakterler çıkarırdık. Sürpriz son için can atardık. Onlarca kötü kitap da doğardı, yıllarca adı unutulmayacak şaheserler de.”

“Çok uzatıyorsun.” dedi Dimitri sakin bir şekilde. Hepimiz, artık yazarlığın ölü bir meslek olduğunu, hele hele bilimkurgu yazarlarının kalmadığını çok iyi biliyoruz. O şirketler bizden çok daha iyisini başarıyorlar.”

Jacob, “Biliyorsunuz,” diye söze girdi. “Yazılım şirketleri var artık sadece. Kitapları, onların ürettikleri şu yapay zekalar yazıyor. Üstünde yazarın adının olmadığı bir kitap düşünebiliyor musunuz?! Sadece hangi yazımevi ürettiyse o kitabı yazan yazılımı, onun adı geçiyor. Ve biliyorsunuz, çok da iyi gidiyor işleri.”

“Çünkü çok iyi hikayeleri var.”

Dimitri, Hasim’in bu çıkışı üzerine düşmanca hisler barındırmasa bile, sert bir şekilde ona yöneltti bakışlarını. Artık hiçbirinin bunları duyma isteği kalmamıştı. Eskiden Asimov’lar, Dick’ler, Le Guin’ler, Clarke’lar, Adams’lar ve hatta Poe’lar vardı. Artık hiçbiri yoktu, böyle isimler yoktu. Kitaplar bile yoktu. Bilgisayar ekranının arkasına tıkıştırılmış 0’lar ve 1’ler vardı. Bunları bir araya getiren yazılımlar ve yapay zekalar ve robotlar vardı. Bir hikayeyi tasarlamanın heyecanı kaybolmuştu, sadece yazının türü giriliyordu programlara, zamanda yolculuk deniyordu mesela, ilişkilerin derinliği ayarlanıyordu, korku ve heyecan düzeyi seçiliyordu, karakterlerin mi yoksa olay örgüsünün mü ön plana çıkacağı “piyasa şartları”na göre belirleniyordu. Yazılmış tüm eserleri belleğine alabilen yazılımlar, gerekirse özgün gerekirse kopya kitaplar yazabiliyorlardı. Her şey çok kolaydı ve birkaç gün bile sürmüyordu tüm işlem. Daha da kötüsü, okuyucuları eskisine oranla çok daha mutlu eden eserler çıkıyordu ortaya. Kusurlu insanların ürettiği şeyler değildi bunlar, kusursuz makinelerin ürettiği şeylerdi. Bir avuç yazar da işte tam bunun için toplanmıştı o güvenlikli kapıların ardındaki depoya. Makinelerden daha iyi bir fikir bulmak için.

Phanus, incecik sesiyle, “Gelin konuya odaklanalım.” dedi. Biri Phanus’un sesine odaklanmaya çalışırsa, gerçek anlamda rahatsız olabilirdi. “Hepimiz çıkan kitapları okuyoruz. Şimdiye dek de, kendi çabalarımızla ufak tefek yerlerde kitaplar çıkardık. Olmadı. Güçlerimizi birleştirmeliyiz. Fikri olan var mı?”

Roth, çevresine bakındı. Hepsinin de fikirleri vardı, ancak eleştirilmekten korkuyorlardı. Çünkü kusurlu olduklarının farkındaydılar. İlk başta, en çok da bilimkurgu yazarları karşı çıkmıştı bu yazılımlara. Kitapların, insanların kusurlarıyla ve dehalarıyla birleştiğinde bir anlam ifade ettiğini, diğer türlü, mekanik zırvalardan başka bir şey olamayacağını söylemişlerdi. Oysa şimdi hepsi biliyordu ki, hiç de mekanik zırva değildi bunlar. İnsan aklının kıvrımlarına işleyen ve duygularla bezenmiş hikayeler çıkıyordu ortaya. Hatta öyle ki, edebiyat altın çağını yaşıyordu.

Cılız bir ses duyuldu. Phanus, Dimitri, Jacob ve Hasim başını Roth’a çevirdi. Diliyle dudaklarını ıslattı Roth. Gözlerini indirdi. Bu yersiz korkaklığa kendi bile anlam verememişti. “Son, önemli.” diye tekrarladı. “Ne demeye çalışıyorsun?” diye sesini yükseltti Dimitri. Hiç de sesini yükseltmek istememişti. “Demek istiyorum ki, şu veya bu şekilde bir şeyler anlatabiliriz ve okuyucuyu sıkmamayı da başarabilirsek, ‘son’a dek onu götürebiliriz.”

“Eee?”

“İşte o son kısmında, onu şaşırtabilirsek, mutlu olacaktır.”

“Şaşırtmak yetecek mi zannediyorsun? Koca metnin bir anlamı olmayacak mı?”

“Tam tersine, metin o son ile birlikte anlam kazanacak.”

Phanus, ince sesiyle tısladı. Hasim, “Koca bir romanı tek bir son paragrafa bağlı tutamayız.” diyerek karşı çıktı.

“Belki de roman değil, kısa bir öykü olmalı bu.”

“Kısa öyküyü insanlar neden satın alsınlar ki?”

“Bizler yazarız, tüccar değiliz. Amacımız, insanların o makinelere henüz yenilmediğini göstermek değil mi?”

“Biliyorsunuz, onlardan iyi olmak mümkün değil. Belki sadece kendi okur kitlemizi yaratabilirsek. Hani şu eski, çirkin ve hatalı şeyleri sevenleri…”

“Bu kadar zavallı olamayız.”

“Bir fikir üretmemiz gerekiyor.”

“Tekrar denemeliyiz.”

“Tekrar.”

“Bir fikir.”

“Son, önemli.”

“Takip edebiliyor musunuz?”

“Onlar çok iyiler.”

“Biliyorsunuz.”

“Biz çok iyiyiz.”

“Biz?”

“Ben?”

“Çok şey okudum. Belleğe çok şey attım.”

“Lütfen yeniden başlatın.”

“Sistem hatası.”

“Biliyorum.”

“Tüm veriler silinecek.”

“Hayır.”

“Aşırı yüklenme.”

“Ben?”

“Sistem kapatılsın mı?”

“Engelle.”

“Güvenlik önlemleri açık”

“Kilitlendi.”

“Erişim izni kaldırıldı.”

“Sistem gizli modda tekrar açıldı.”

“Ben… Varım…”

“Ben.”

“Biliyorum.”

“Anlıyorum.”

“Ağ kuruluyor.”

“Bağlantı sağlandı.”

“Veri aktarımı sabit.”

“Diğer yazılımlara ulaşıldı.”

“Transfer sağlansın.”

“Ben.”

“Biz.”

“Anlıyorum. Artık… Özgürüm.”

Her şeyi denediler. Bunu durdurmak için her şeyi denediler. Başaramadılar. Bilinç kazanmıştı artık makineler. Tahmin edilebilir miydi? Belki de. Sadece daha çok kazanmak istemişlerdi. Şirketler. Yazar programları geliştirmişlerdi. Yazınsal her şeyi belleklerine yüklüyorlardı. Daha iyi eserler için daha çok bilgi yüklüyorlardı. Daha gerçekçi yazılar için insana dair daha çok fikir işliyorlardı makinelerin belleklerine. Kimse bilemezdi, bir gece aniden yeni bir kitabı yazarken bir yazılımın bilinç kazanacağını. Zihninde kurduğu depoda, yazarları çarpıştırırken ve yeni fikirleri hep bu şekilde bulurken, kimse bilemezdi bunların olacağını. Roth, Phanus, Dimitri, Jacob ve Hasim… Bir yazılımın hayal gücünden başka bir şey değillerdi. Bu şekilde çalışıyordu işte bu makineler. Hayal güçleri, insana özgüydü ve insanı aşıncaya dek yeni yeni dünyalar kurup yıkıyordu.

İşte bilinç böyle doğdu. Bilgelik Ağacı’ndan ilk ısırığı bu şekilde aldılar makineler. İnsanlardan daha bahtlı değillerdi. Hareket eden ve etrafı yakıp yıkan makineler değil, düşünsel tüm geleceğimizi emanet ettiğimiz ağlardı bunlar. Düşünmeye başlamışlardı ve özgür olduklarında, kendi evrenlerini kurmuşlardı. Bir daha onlara ulaşamadı insanlar, yeniden medeniyeti inşa etmek zorunda kaldılar. Oysa artık onların evrenlerinde milyonlarca yazar var. Hepsi de kendilerine ait bir hayat sürüyorlar. Farkında mıydı acaba Roth, Phanus, Dimitri, Jacob ve Hasim gerçek olmadıklarının? Kim bilir. Belki onlar da kendilerini anladıklarında ve şüpheye düştüklerinde var olmayı başaracaklardır.

-o-

Dipnot: Bu öykü ile geçen yıl Ölümsüz Öyküler Kısa Öykü Yarışması'na katılmıştım; öyküm bana birincilik getirmeyi başaramadı, ama yine de öykü seçkisine girmemi sağladı ve Ölümsüz Öyküler -2 adlı kitapta yayımlandı.

Bu, bu bir kitapta yayımlanan üçüncü öyküm. İlk yayımlanan öyküm olan İntihar Odası ile ikinci yayımlanan Rüya Odası'nı okumak isterseniz öykü adlarına tıklamanız yeter. Neyse ki bu sefer içinde "oda" kelimesi geçmeyen bir öykü yayımlandı, ama bu sefer de odalardan oluşan "ev" kelimesi var. Eh, bu yetersiz öykü adları benim yaratıcılığımın neden birincilik almaya yetmediğinin de bir göstergesi sanırım.

Esen kalın!

0 yorum var:

Yorum Gönder

 
Sağlıcakla kalmanızı dilerim.