16 Aralık 2017

Simone de Beauvoir: Neden Feministim? (1975)

16 Aralık 2017
2017'nin son büyük çevirisiyle karşınıza çıkıyoruz!

Evet, çoğul ekiyle, çıkıyoruz, çünkü bu sefer tek başıma yapmadım çeviriyi, 15 yıllık arkadaşlarım olan Uğur Demir ile Ahmet Ümit Köksal da çevirinin içine girdi, kafa kafaya vererek, bolca kahve tüketerek 1975 tarihli Simone de Beauvoir'ın "Neden Feministim?" konu başlıklı TV programını çevirdik ve geçtiğimiz günlerde yayınladık.

Önemli olduğunu düşündüğümüz bu kaydın insanlara ulaşıp ulaşmayacağını bilemiyorduk, ama gördüğümüz kadarıyla nispeten yayılabildi ve ufak da olsa kadın-erkek eşitliği bağlamında üretilen literatüre bir katkı sağlamış olduk. Bu açıdan, mutlu ve gururluyuz.

Çok kısaca programda neler konuşulduğundan bahsedip, daha önce -üşenerek- yapmadığım bir şeyi yapıp, programın metnini de aşağıya aktaracağım. Her ne kadar amacımız insanların önemli isimleri kendilerini ifade ederken izlemesini sağlamak olsa da, Beauvoir oldukça ciddi ve ayakları yere basan tespitleriyle yazın dünyasında da var olmayı hak ediyor.

Program, Simone de Beauvoir'un İkinci Cins adlı kitabının 25. yılında kayda alındığı için konuşma bu kitap bağlamında başlıyor. Kitabın yazılma süreci, Beauvor'un o süreçte neler gördüğü, ondan öncesinde hayata bakışıyla ilgili biraz biyografik bilgiler elde ediyoruz. Bundan sonra ise işler kızışmaya başlıyor: Simone de Beauvoir "kadınsılık" denilen şeyin yapay olduğunu, toplumda erkekler tarafından oluşturulduğu ama daha da önemlisi kadınlar tarafından bu "kadınsılığın" korunduğunu anlatıyor.

Elbette ki siyasi ve ekonomik açıdan kadınların durumuna da geliyor. Kadınların erkekler tarafından bilinçli olarak ekonomik açıdan zayıf bırakıldığı, hayatının erken döneminde meslek edinemeyen ve ev işleriyle uğraşan kadınların zamanla eşine bağımlı hale geldiğini özellikle bilgi ve güç getiren mesleklerin erkekler tarafından domine edildiğini söylüyor Beauvoir. Bununla da kalmıyor,, solcu partilerin kendi iç dinamiğinde ve hatta SSCB gibi komünist ülkelerde bile kadınların hala ikincil plana itildiğini, bir devrim olursa kadınların özgürleşeceği iddiasının yersiz olduğunu söylüyor. Kadın odaklı ve merkezli bir mücadelenin önemine vurgu yapıyor.

Burada en ilginç olan şey, Simone de Beauvoir'ın 42 yıl önce Fransa için anlattığı meselelerin, günümüz Türkiye'sinde hala güncel sorunlar olarak var olmasıdır. Bu sorunların çözülebilmesi içinse ne yapılabileceğini epey bir tartışma konusu.

Sözü daha fazla uzatmıyor ve izlemek isteyenleri aşağıdaki YouTube videosuna, okumak isteyenleri de onun altındaki metne davet ediyorum. Ayrıca Vimeo üzerinden de videoya ulaşabilirsiniz.



- o -

İyi akşamlar. Simone de Beauvoir'ı muhtemelen ilk kez görüyorsunuz. Yaşam boyu yol arkadaşı olan Jean-Paul Sartre gibi bu yıla kadar televizyonda görünmeyi hep reddetti. 1954'te Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü alan Mandarinler gibi romanlarıyla ya da Bir Genç Kızın Anıları gibi anı yazılarıyla günümüzün büyük yazarlarından biri olarak toplumda kendine yer edinmiştir. 25 yılı aşkın bir süre önce yayımladığı İkinci Cins adlı denemesiyle günümüzün fikirlerini değiştirmede tarihi bir rol oynadı.

Bu kalın ve meşakkatli iki ciltlik çalışmanız, insanlık tarihinde kadınların ikinci planda kalışını anlatan ve açıklayan ilk işti. Komünistler için Marx'ın Kapital'i nasıl ideolojik bir referanssa dünyanın dört bir yanındaki feministler de günümüzde İkinci Cins'i referans alıyor. Bazı insanlar bunu orantısız bir karşılaştırma olarak görebilirler çünkü yaşadığımız dünyanın geleceğinde feminizmin zaferlerinin getireceği değişimlerin etkisini küçümsüyorlar.

Simone de Beauvoir ile bu gece bu yükselen gücü ve derin değişim vaadini konuşacağız.

Simone de Beauvoir, İkinci Cins adlı kitabınızın aslında bizim özetlemeye çalıştığımız ve bunu yaparken zorluk çektiğimiz nicedir tekrarlanan bir görüş etrafında döndüğü söylenebilir ki, şu şekilde açıklanabilir bu: "İnsan kadın olarak doğmaz, ona dönüşür."

Evet, bu formül tüm teorilerimin temelidir .ve anlamı çok basittir: Kadın olmak doğal bir gerçek değildir. Belli bir tarihin sonucudur. Kadını kendi başına tanımlayan biyolojik veya psikolojik bir kader söz konusu değil. Kadın, öncelikle medeniyet tarihinin bir ürünüdür ve böylece şu anki konumuna gelmiştir. Daha sonrasındaysa, birey olarak her bir kadın kendi kişisel tarihinin, özellikle de çocukluğunun ürünüdür. Bu şekilde o, kadın olarak tanımlanır ve doğuştan gelmeyen veya özünde bulunmayan "ebedi kadın" veya kadınlık denilen şey onun içinde yaratılmış olur.

Çocuk psikolojisini daha çok çalıştıkça, daha derini inceledikçe kız bebeklerin kadın haline getirildiğine dair daha çok kanıt ortaya çıkıyor. Elena Bellotti adlı bir İtalyan'ın yazdığı "Küçük Kızlar Neyden Yapılır?" adlı harika bir kitap var. Bir çocuğun henüz bilinç sahibi olmadan çok önce emzirilme, tutulma veya sallanma şeklinin vücuduna işlediğini ve daha sonra bunun o çocuğun kaderi olarak ortaya çıkabileceğini gösteriyor.

Belirgin olan biyolojik farklılıkların, daha sonraki bireysel davranışlarda hiçbir rol oynamadığını düşünüyorsunuz öyleyse?

Elbette ki bir rol oynuyor, fakat bu farklılıklara yapılan vurgu ve verilen önem çevrelerindeki toplumsal bağlamdan gelmektedir. Tabii ki erkeklerin değil de kadınların hamile kalması ve çocuk doğurması önemlidir ve büyük bir farktır. Ancak bu, kadınların maruz kaldığı konumun ya da sömürü ve baskının temeli değildir. Bu, kadınsı durumun çevresinde inşa edilmiş bir bahanedir oysa bu durumu hiç de açıklamaz bu.

Kullandığınız sömürü ve baskı kelimeleri bunun kazara değil, bilerek yapıldığını ima ediyor. Tarihsel olarak konuşursak, nasıl ortaya çıktı bu durum ve erkekler tarafından nasıl ilan edildi?

Kadim bir konu. Kaynakların kıt olduğu, herkese yetmediği fikriyle işe başlamak gerek bence. Tarih öncesi zamanlarda fiziksel güç çok önemliydi. En kuvvetli olanlar tüm hakları ve gücü elinde bulunduruyordu ve böylece ekonomik olarak da baskın oluyordu asla aç kalmayacaklarından eminlerdi. Örneğin Çin'de, insanlar o kadar fakirdi ki kız bebekleri öldürüyor veya ölüme terk ediliyordu. Kadınlar üretici işlerden uzaklaştırıldığı için erkekler her şeyi kontrol ediyordu. Hep böyle olmuştur. Kadınların tarihinin tamamını anlatamam şimdi ama her çağda erkeklerin gücü eline almaya çalıştığı çok açık.

Size bir örnek vereyim. Orta Çağ ve Rönesans boyunca kadın hekimlerin epey bir gücü vardı. Tüm ilaç ve bitkileri biliyorlardı, bazen oldukça değerli olan koca karı şifalarıydı bunlar. Ancak bu tıbbı bilgiler erkekler tarafından ellerinden alındı. Cadı avı temelde erkeklerin kadınları tıptan ve tıbbın onlara verdiği güçten uzaklaştırmak için tuttukları bir yoldu. 18. ve 19. yüzyılda yasalar kadınları her hâlükârda zaten kabul etmeyecekleri belli başlı okullara girmedikçe tıp uygulamaktan uzaklaştırmak --haspetmek, cezalandırmak vs.-- için erkekler tarafından yapılmıştı. Kadınların rolü, Florence Nightingale gibi emir altında çalışan yardımcılığa, yani hemşireliğe düşürüldü. Erkeklerin kadınları tıptan bilerek uzak tuttuğu ile ilgili çok ilginç kitaplar yazıldı. Başka alanlara bakarsak da aynı süreçleri göreceğimizi düşünüyorum. Evet, kastiydi bu. Belki artık güç elde edilmiyor ama uzak tutma niyeti hala çok güçlü. Her yerde kadınların belli nitelikleri ve belli güçleri kazanmasını engelleyecek bariyerler var.

İkinci Cins adlı kitabınızda harika bir şey söylüyorsunuz. Kitabı yazarken, yani 40 yaşınızda, bir kere bunun farkına vardığınızda her şeyin gün gibi aşikar olduğu bir durumu keşfettiğinizi söylüyorsunuz. İyi eğitim görmüş, entelektüel, prestijli bir öğretim kariyerine sahip olarak nasıl olur da daha önce kadınların tanımladığınız durumunu göremediniz?

Eğitim kadın ve erkeklere açık olduğu için entelektüel olarak erkeklerle mücadele etmek zorunda kalmayacak denli şanslıydım. Sorbonne Üniversitesi'nde veya başka yerlerde entelektüel olarak bana eşit davranan arkadaşlarım vardı. Bu yüzden hiç hissetmedim o durumu. Evlenmek veya çocuk sahibi olmak istemediğimden ev kadını olarak hayatımı sürdürmedim ki kadınlar için en bunaltıcı olan budur ve bu yüzden kadınların esaret durumundan kaçınabildim. Daha sonra çevreme bakmaya başladığımda kadınların durumuyla ilgili gerçeği gördüm. İkinci Cins'in yazımında pek çok şey keşfettim.

Yani kadınların durumunu değiştirmek amacıyla değil entelektüel bir çalışma olarak başlamıştı.

Temelde teorik bir çalışmaydı. Ancak aktivistlerin sonrasında konuyu ele almasına çok sevindim. Kitap artık aktivist bir rol oynuyor, ama bu amaçla yazılmamıştı.

Söylediğiniz gibi apaçık bir durumu keşfettiniz. Son birkaç yüzyılda, hele ki son 150 yılda, pek çok kadının eğitim görmesine erkeklerle aynı seviyede kültür ve bilgiye ulaşmasına rağmen kadınların ikincil role sahip olduğu gerçeğini formüle eden kimsenin olmamasını nasıl açıklarsınız?

Erkekler bunu formüle etmekle ilgilenmiyor çünkü.

Ama kadınlar da yapmadı bunu.

Örneğin İngiltere'de protesto eden, haykıran, yazan kadınlar vardı, ama başkalarının duyduğu ve duyarlı olduğu bir isyan çığlığı değildi. Bana göre bunun sebebi genel olarak kadınların feminist olmamasıdır. Bazıları isyan çığlıkları atıyor ama onların haykırışını diğer kadınlar duymuyor. Kadınları şikayetten ve kızgınlıktan uzak tutup da nadiren onları isyan ettiren ve daha pasif ve uysal tepkiler vermelerini açıklayan pek çok sebep vardır.

Her şeyden önce, daha önce söylediğim gibi, kadınlar daha çocukken şekillendiriliyor. Onlara yüklenen bu yapıyı daha sonra tamamen yok etmek çok güçtür.

Çocukların yaşları hakkında ve ne tür bir çözüm önerdiğinizden örnek olarak bahsedebilir misiniz?

Elena Bellotti çocuk doktorudur ve bu sorun hakkında çok şey bilir. Annenin emzirdiği zaman bile kız çocuklarına farklı davrandığını gösteriyor kitabı. Oğlan çocuklarının kız çocuklarından daha saldırgan olmaları teşvik edilir. Oğlan çocuğu büyüdükçe ve örneğin bağımsız veya küstah olma girişiminde bulunduğunda veya oyunlar çevirdiğinde cesaretlendirilir ve bu eğlenceli bulunur. Buna karşın kız çocuğuna haddi bildirilecektir.

Tarih boyunca hatta belki bugün bile anneler ve dadılar küçük oğlan çocuğunun penisiyle oynayarak ona küçük bir karakter verirler. Böylece 2 ya da 3 yaşında oğlan onunla gösteriş yapmayı alışkanlık haline getirir. Buna karşın kıza gizlemesi, hiçbir şey göstermemesi öğretilir. Çocuk bakım merkezlerindeki reşit olmayan çocuklar arasında bile erkekler tamamen teşhirciyken, kızlar "iffetli" olduklarını gösterirler ki bu da tamamen yapılandırılmış bir davranıştır.

Başka bir deyişle, bu ayrımcılığı yaratan kadınlar, annelerdir yani?

Çoğunu evet. Annelerinin kızları olarak, geleneği sürdürüyorlar. Çünkü, dediğim gibi, bu kadınsı model onların çok derinlerinde kökleşmiş durumda. Öyle olmayan bir kadının, bir canavar olduğunu düşünüyorlar. Bu yüzden, kızlarının da kadınsı olması endişesini taşıyorlar. Yani evet, kadınlar etkili. Ama erkeklerden gelen baskı sebebiyle. Çünkü erkekler kadınlara şöyle davranmalarını öğretmişlerdir: Bağımlı, pasif, itaatkar, ağırbaşlı vs.

Peki bu ekonomik bir durum değil midir? Çünkü yakın zamana dek, evlilik veya başka yollarla ekonomik desteği bulmayı garanti altına almak için güzel olmak ve erkeğe çekici gelmek bir kadın için en iyi şeydi.

Kesinlikle ekonomik, ama bu da daha önce dediğim bir şeye dayanıyor: Kadınlar ekonomik olarak neden bağımlı? Çünkü erkekler tüm işlere sahip, hele ki en ilginç olanlara. Tabii en nihayetinde, çiftçilik gibi zor işler hem kadın hem erkek tarafından yapılıyor. Fakat üst kademelerde, kadınları ekonomik olarak bağımsız olmamaya kocasına güvenmeye ikna etmeye çalışıyor ve kadınları medeniyet için en önemli şeyi yapmakla sınırlıyorlar: Ev işi.

Kadınlara dayatılan durumun ana taşlarından biri de bu tür bir zorla çalıştırmadır. Maaşı ve getirisi olmayan bir iştir bu ve sadece kocalarının onlara sunduğu zenginlik veya yoksulluk içinde yaşamlarını sürdürürler. Ekonomik bir kazanç sağlamazlar. Bu çalışmanın getirdiği katkı değer görmüyor. Bu çok önemli. Kesin rakamları bilmiyorum, ama sanırım 1955 yılındaki bir istatistik o yıl boyunca Fransa'da 45 milyar saat maaşlı iş yapılmışken maddi getiri sağlamayan ev işinin 46 milyar saat civarında olduğunu gösteriyordu.

Kadınlar ayaklansa ve isyan etse, ev işini yapmayı reddetse veya erkekleri de bunu yapmaya zorlasa artık bu kabul görmeyen iş dalı olmasa ki, ben buna müebbet hapis cezası diyorum çünkü yıllar boyunca hayatını hiçbir üretici bir iş yapmadan geçirmek hakikaten de müebbet hapis cezasıdır. Bir şeyler bu derecede değişse, tüm toplumumuz için devrimsel nitelikte olur.

Ev işinin üretici olmadığını söylediniz ama bizi izleyen ve çocuklarını büyütmenin ellerinden geldiği kadarıyla gelecek nesilleri yetiştirmek gibi zorlu bir görevi başarmanın Mki, bu görevi kadınlar yapar, ve hoş bir yuvayı ve aile çevresini oluşturanMküçük şeyleri yapmanın da değerli sayıldığına inanan kadınlar var.

Bunların değersiz olduğunu söylemedim, üretici değil dedim; yani "ekonomik değeri" yok dedim. İlginç ve tatmin edici olabilecek bu çalışmanın büyük bir bölümünde, ev işlerinden bahsediyorum rutin, tekrar, aynı şeyleri tekrar ve tekrar yapmak söz konusudur. Esas itibariyle, bu, kadınları korkunç bir biçimde bağımlı kılar. Çünkü aslında geçimini kazanan bir kocanın baktığı bir kadın bir tek bu işi yapabiliyor bir hale gelir.

Eğer koca başka bir eş bulursa veya mevcut eşinden sıkılırsa veya hayatı onun için çekilmez kılarsa ayrılır veya boşanırlarsa, kadının başka desteği kalmamış olur genellikle.

Bu durumla çok karşılaştım. İkinci Cins 25 yıl önce yayımlandığından beri, bana içini döken kadınlardan uzun veya kısa ama genellikle ayrıntılı pek çok mektup aldım ve bazıları hala yazıyor. Yakın zamanda, 30 yaşındayken bana mektup yazmış bir kadın, 20 yaşında evlendiği için memnun olduğundan evde kalmaktan ve çocuklarını yetiştirmekten ötürü mutluluk duyduğundan bahsediyordu. Ancak sonra 30 yaşına geldiğinde, kocasıyla işler ters gider adam kadını terk eder veya kadın ona artık dayanamaz.

Birdenbire kadının yapacak işi kalmaz, çocukları zevkten çok bir yük haline gelir çünkü onları tek başına büyütmelidir ki bu, oldukça mühim bir görevdir. Evli olmasına rağmen, ona bir çeşit ekonomik bağımsızlık sağlayabilecek bir işte çalışmamış olmasından sık sık yakınıyor kadın.

Üstelik 30'unda bir iş bulma şansına sahip, ama 50'sinde imkansız oluyor bu. Boşanma yasasının reformu hakkındaki güncel tartışmalar sorunu kızıştırmaktadır. 50 yaşında bir ev kadını ve annenin herhangi bir iş yapma yetkisi yoktur ve bu sebeple elbette ki hiçbir işi de desteği de yoktur.

Doğru. Ama 40'ında bile kadınların yeni bir iş öğrenecek zamanı olmaması durumuyla sıklıkla karşılaşıyoruz. Bazı olağanüstü durumlarda, kadın yeni bir kariyer yapmaya başlıyor, ama bunlar istisnadır. 40'ına gelen bir kadının, büyüyüp evlendikleri için çocukları olmadan veya kendisini destekleyen bir eşi olmadan hayatını yeniden inşa etmesi çok fazla enerjisini alır. Az veya çok anlaşabildiği bir erkekle birlikte olsa bile onu ilgilendiren bir toplumun bir parçası olmaz kadın.

İkinci Cins’e yazılan mektuplardan ve cevaplarından bahsettiniz. İlk ortaya çıktığında, saldırgan bir iş olarak görülmese bile, birçok insan için entelektüel bir skandaldı. İkinci Cins nasıl algılandı?

Fransa’da, Julien Gracq’ın dediği gibi, Fransız “köpek sürüsü” çıldırdı. Birçok erkek fazlasıyla sarsılmıştı. Hatta bu kitap yüzünden, sol kesimde, liberal, eşitlikçi olduğunu düşündüğüm erkeklerin keyifleri kaçtı.

Çünkü onların üstünlüklerine meydan mı okudu?

Aynen öyle. Bir de, Camus’un dediği gibi, benim Fransız “erkeğini” alaya almam yüzünden. Amerikalılar, belki de daha büyük bir kadın – erkek eşitliği algısı nedeniyle, daha olumlu tepkiler verdiler.  Bütüne baktığımızda, ilk yayınlandığı yıl o kadar olmasa da, önemi keşfedildikçe, kabul edildikçe, anlaşıldıkça kadınlar, giderek artan bir şekilde olumlu tepkiler verdiler ve ben bahsettiğim bütün o mektupları almaya başladım.

Sanırım sadece Birleşik Devletlerde yaklaşık 750.000 kopya satıldı.

En az. Şimdi, karton kapaklı kitap olarak 1 milyona ulaştı. Fransa’da peynir ekmek gibi satıldı… Hemen başarılı oldu, ama size kesin rakamlar veremem. Artık karton kapaklı kitap olarak basıldığına göre, sanırım daha fazla okuyucu kazandı. Ancak, eşitlikçi olduğunu düşündüğüm erkeklerin olumsuz tepkleri ve kitaba tüküren bütün komünistler yüzünden hayal kırıklığına uğradım. Les Lettres Françaises bunun, kadın fabrika işçilerinin hiçbir işine yaramayacağını söyledi. Bu doğru değil. Anlattığım bütün problemler hatta belki üst sınıf kadınlardan çok çalışan sınıf kadınları ilgilendiriyor. Komünistler neden bu fikirlere karşılar? Şimdilik sayıları az. Komünizm ve kadınların tarihi karmaşık bir tarih. Komünistler kadınların problemlerini öncelikli olarak değerlendirmiyorlar, yani cinsler arası çatışma öncelikli olan sınıf çatışmasına binaen ikincil planda tutuluyor. Jeannette Vermeersch uzunca bir süre kürtaja karşıydı. Zamanla yumuşadılar, ama genelde, kadınların problemlerini sınıf problemlerine bağlı olarak görürler.

Eğer devrim olur ve toplum değişirse, bir şeylerin kadınlar için otomatik olarak değişeceğini söylerler.

Evet, hatta ben bile 1949’da İkinci Cinsi yazdığımda buna aldanmıştım. Önceliğin devrim için savaşmak olduğunu düşündüm, çünkü ciddi olarak sol görüşlüyüm. Rejimin toptan değişmesini ve kapitalizmin çökertilmesini istiyorum. Kadınların erkeklerle eşitlik elde edebilmesi için gereken şeyin bu olduğunu düşündüm. Ama hatalı olduğumu fark ettim. Ne SSCB’de ya da Çekoslavakya’da ya da herhangi bir sosyalist ülkede, ne de Komünist Partide ya da sendikalarda hatta günümüzün en ilerici solcu hareketlerinde kadınların kaderi erkeklerinkiyle aynı.

İşte bu yüzden aktif bir şekilde “feminist” diye adlandırdığım şey olmaya karar verdim. Aktif bir feminist derken buraya gelip dinlemek isteyen bütün kadınlar için feminizm hakkında konuşmaktan bahsediyorum. Kapitalist değerlerle savaşma ile karıştırılmaması gereken özellikle “ataerkil değerler” ile savaşan bir feminist mücadele olduğunu fark ettim. Bu iki şeye karşı birlikte savaşılmalıdır.

Toplumu sınıf açısından radikal bir şekilde değiştirmedikçe kadınların durumunu radikal bir şekilde değiştirmek olanaksızdır. Ancak, sınıf mücadelesinin tek başına kadınların mücadelesini destekleyebileceğini düşünmek aldatıcı olacaktır. Bu kadınlar tarafından verilmesi gereken bir mücadeledir. Bu yüzden MLF, Kadınların Bağımsızlık Hareketi gibi sıklıkla dalga geçilen hareketler günümüz toplumunda kesinlikle gereklidir.

Bu nedenle feminizmin içinde yaşadığımız toplumda oynayacağı bir rolün olduğunu söylüyorsunuz, henüz var olmadığı komünist ülkelerde olduğu gibi. 
Komünist ülkelerde kadınların, bağımsızlık hareketlerini başlatabileceklerini düşünmüyorum. Eğer yapabilselerdi çok faydalı olurdu. Bence bu hareket birçok açıdan faydalıdır. Öncelikle, fikirlerinden bir tanesi kadınların bir araya gelmesi ve konuşmasıdır. Evde yaşadıkları çoğunlukla huysuzluk ve küskünlük yaratır. Çünkü ev hanımları her zaman küçük birer melek değildirler. Bütün bunlara rağmen, adaletsizliği hissederler.

Bu adaletsizliğe katlanmak, kendi kendilerine işe yaramaz bir şekilde söylenmek yerine kadınların kendi problemleri hakkında birbirileriyle konuşmaları ve çözümler aramaları daha iyi olacaktır. Sadece kendi aralarında, erkeklerle değil. Bu onlara baya bir sertlik kazandıracaktır. Bu, aynı zamanda, onlara içinde bulundukları durumu anlamalarına, onun hakkına düşünmelerine yardım edecektir ve sonrasında, eminim bunu değiştirmek için birleşeceklerdir. Yani bu, toplumu bir bütün olarak değiştirecek bu kadar uzağa erişebilen etkileriyle son derece faydalı olabilecek bir şeydir.

Bunun onların düşünmesine yardım edeceğini söylüyorsunuz, ancak onlar, çoğu yetişkinin içine işlemiş, düşünce şekilleriyle bütünleşmiş olan geleneksel kadın ve anne figürü tarafından öyle koşullanmışlardır ki, asıl problem kadınların nasıl kendilerini başka bir gözle görmelerini sağlamak gibi görünüyor. Bu bir başlangıç noktası olabilir ancak henüz böyle bir şey olmadı.

Bazıları kendilerini başka bir gözle görür. Ancak Kadınların Özgürleşme Hareketi ne kadar darbe aldı? Bunu söylemek zor. Birkaç kendi seslerini dinleyen ilerici kadın örneğini gördüğümüzde, kadınlar ne derece sömürülmüş, ezilmiş olduklarının bilincine varmışlardı? Bilmiyorum, ama önceden olduklarından daha az kabullenmiş görünüyorlar.

Pek çok işaret var... Politikada, örneğin, devlette, sembolik olsa bile, kadınların varlığına daha büyük önem veriliyor. Bu günlerde kadınların durumu, bir kurum hatta bir bakanlık kurma hakkında birçok tartışma var. Bu erkeklerin kabul etmeye mecbur kaldığını gösteren bir değişim işareti değil midir?

Evet, ama bu bir aldatmadır. Bu “Secretariat a la Condition Feminine” katıksız bir aldatmadır, kadınlara kendileriyle ilgilenildiğini düşündürmek için önlerine atılmış bir kemiktir. Aslında Françoise Giroud’un herhangi bir şey yapabilmek için gerçek bir gücü yoktur. Bütçesi yok, tüm yapabileceği sadece erkeklerin kendileri razı olurlarsa kabul edecekleri ürkek teklifler sunmaktır. O zaman bu bir aldatmadır.

Feminizmin daha fazla sosyal devrim mücadelesinin kapsamında olamayacağını söylüyorsunuz. Daha kısa ve öz bir biçimde ifade edersem, “devrimi bekleyemeyiz, kadınlar için durum devrimin öncesinde, sonrasında ve süresince değişmelidir” diyor gibisiniz. Bu, taraflı ya da sadece küçük bir başlangıç gibi görülen önlemler gibi, bazı şeylerin iyi olmadığı anlamına gelir mi? Hiçbir şeyden daha iyi değil mi?

Hayır, bazı şeyler iyi değil. Bazen kadınlara verilen şeyler basitçe, kemirmek için kemiklerdir. Aslında bu onları, bir şeylerin yapıldığını düşündürerek yatıştırmanın bir yoludur. Bu sadece kadınların ayaklanmasını yürütmenin bir yolu değildir, aynı zamanda buna karşılık vermektir, bastırmaktır, var olmaması gerekiyormuş gibi davranmaktır.

Öte yandan biz feministler, “biz” diyorum çünkü dediğim gibi ben bir tanesiyim, bastırılmayı reddediyoruz, mücadeleye devam etmek onunla savaşmak istiyoruz, en azından şu an için, kadınlar tarafından ve kadınlar için, UN, UNESCO ve başka bir aldatma olan “Kadınların Yılı” gibi kurumlar aracılığı ile değil.  Halihazırda kurulmuş bir düzen için var olan bir hükümetten statüde değişim, öyle derinden bir değişim ki var olan düzeni alaşağı edebilir, talep eden kadınların isteklerini karşılamasını bekleyemeyiz.

Evet, ancak bunu, kolonilerden çekilmeye yol açan devrimsel savaşlar süresince gözlemlediniz, örneğin koloninin ya da ezilmişin durumu son derece gerginleşmeye başladığı an onların taleplerinin kısmen karşılandığı zamandır. Taleplerinin kısmen karşılanması hiçbir zaman bir davayı savunan insanları yatıştırmamıştır. Tam tersine onların bilincini arttırmıştır. Bu bilinç hareket halindeyken ortaya çıkarılan bir güç değil midir? Açıkçası Bay Giscard d’Estaing’in birkaç yüzeysel önlemin onları yatıştıracağını düşünebileceğini sanmıyorum. Büyüyen bir trend olduğuna inandığı şeyi takip etmeye çalışıyor olabilir.

Evet, ancak bu hala onları yatıştırmanın bir yoludur. Bununla birlikte, eğer bu önlemler bugün kadınlar için gerçekten faydalı ise, sadece birer ara basamak oldukları unutulmadan, kabul edilmelidir. Sizin koloniden çekilme örneğinizde olduğu gibi, koloni birkaç küçük reformu kabul edebilir ancak çok daha fazlası için bastıracaklardır. Eğer bu reformların onların taleplerini karşılayacağı söylenirse reformları reddedeceklerdir. Bu yüzden kürtaj kanunu yeterince ileri gitmez. Ancak tabii ki reddedilmemeli, kabul edilmeli ve kürtajı tamamen serbestleştirmeye yönelik ilk adım olarak değerlendirilmelidir.

Bunun ötesinde… Genel olarak kadınlar için daha fazla özgürlük, daha fazla serbest bırakma. Kürtaj konusunun biz feministlerin gurur duyduğu bir şey olduğunu söyleyebilirim. Eğer biz, içinde çok bilinen ya da hiç bilinmeyen kadınlar olarak hepimizin bir kürtaj geçirdiğini söylediğimiz 343 “Kaltak” Manifestosu için imza toplamamış olsaydık, bu kanun var olabilir miydi emin değilim. Daha sonra Bobigny Davası kamuoyunu harekete geçirdi. Kürtajın yasallaşması için sokaklarda bir sürü gösteri yapıldı. Aslında bu sınıf duvarlarının yıkıldığı bir nokta – hem çalışan sınıf hem üst sınıf kadınları ilgilendiren bir mesele – olduğu için bunun kadar gelenekçi, tutucu ve düzen yanlısı bir hükümete büyük miktarda baskı uygulayabildik.

Kürtaj meselesinin ilk başında ve Bobigny Davasında şahitlik yaparak feminizmle ilgili olarak direkt harekete geçtiniz. Fransa’da feminizmin geçmişine baktığımızda, bunu başlangıç olarak görebilir miyiz? Bu özgün olay kadınların bir araya gelerek bir şeyleri elde edebileceklerinin farkına varmaları açısından katalizör görevi görmüştür. Kadınlar kamuoyunu harekete geçirmişlerdir, erkekler de sonradan bunu kabullenmişlerdir. Bu Fransa’da feminizmin başlangıcıydı.

Kesinlikle. Mükemmel bir “savaş atı” kürtajı bulmuşlardı ve bunun için savaşmaya istekliydiler. Feminizm tarihinin mühim bir parçası 68’de başlar. 68 insanlara, gençlere, lise ve kolej öğrencilerine, Draguignan’daki askerlere sorunlarla kendi başlarına başa çıkmaları gerektiği fikrini verdi. Aynı zamanda kadınlar da, kanunlara ya da hükümlere başvurmadan ya da belki onları arzulayarak hatta tamamen yeni yollarla savaşarak meseleleri kendi ellerine almaya karar verdiler.

Bunların hepsi 68 ile başladı. 68’in bir başka sonucu birçok kadının solcu gruplara dahil olmasıdır. Politik olarak eşit olması gereken yoldaşları arasında hala “kadın” muamelesine maruz kaldıklarını gördüler: erkekler konuşma yaptı, kadınlar kağıda geçirdi. Erkekler politika tartıştı, kadınlar kahve servisi yaptı. Ve bu onların en demokratik ve eşitlikçi organizasyonlarda bile kadınlara hala “kadın” muamelesi yapıldığını fark etmelerini sağladı. Öyleyse “ Haydi kadınlar olarak bir araya gelelim ve statümüzü değiştirmek için kendi savaşımızı yöneterek değişimi şiddetle talep edelim.

Bazı anılarınızda, belirli erkeklerin, şiddetle anti-feminist olan “solcu erkeklerin” tepkisinden bahsediyorsunuz. Her zaman bir solcu oldunuz, onun farklı düşünce tarzlarına aşinasınız, Solun, fikirleri onlarınki kadar ilerici olmayan nüfusun geri kalanından daha fazla feminist olmamasını nasıl açıklıyorsunuz?

Çünkü Sol, herhangi bir parti gibi, erkeklerin hakimiyeti altındadır ve erkekler kendi ayrıcalıklarını silip atmakla ilgilenmezler. Ayrıcalıklı olanlar ayrıcalıklarını korumak isterler. Komünist, sosyalist ya da herhangi başka bir partide onlar ayrıcalıklıdır ve sonuç olarak erkek gibi hareket ederler, ilerici erkekler gibi değil. Önemli olan şey budur.

İdeolojik olarak, Sol ayrıcalıklara karşı savaşır, öyleyse diğerlerinden daha sempatik olmalılar. Ama değiller. Seçim kampanyası iki orta yaşlı erkek arasındaydı. Feminizm konusu baya ikinci planda!

Hatta yok. Katılıyorum. Bu yüzden sınıf çatışması --solcu partiler sınıf çatışmaları üzerine kuruludur, bu onların politik temelidir-- ile cinsiyet çatışmasını birbirine karıştırmamamız gerektiğini söylüyorum. Sınıf çatışması konusunda ilerici olan erkekler aynı zamanda tamamen ataerkil ve eril değerlerle aşılanmış ve bunları kadınlara zorla kabul ettirmeye karar vermiş olabilir.

Yaptığınız birçok tartışmada, belirli erkeklerin açık görüşlü olduğunu keşfettiniz mi? 40 yaşında keşfettiğiniz ve yüzleştiğiniz tek şey --yetiştirilme tarzları onların da bunun farkına varmalarına engel olmuş olabilir-- bu meseleyi koloniden çekilme meselesinde yaptıkları gibi özümseyebilirler.

Bunu kısmen özümseyebilirler, ancak bir erkeğin bir kadının tecrübesini, ne yaşadığını anlaması çok nadirdir. Küçük şeyler bile, örneğin: sokaklar herkesindir. Ama aslında genç bir kadın için, güzel ya da çirkin olması fark etmez, sokaktan aşağı yürümesi akşam 8-9’dan sonra, hatta gün içinde bile, bir çileye dönüşebilir. Erkekler onu takip edecek, öyle bir ölçüde rahatsız edecekler ki kadın eve gitmeyi tercih edecektir. Eğer bunu bir erkeğe anlatırsanız, gülümseyecek, şaşırmış gibi yapacak, “ben bunu yapmam”, “ ben hödük değilim, erkeklerin hepsi hödük değil” diyecek. Sürekli tehlike – şiddetli tehlike değil, ancak işler o noktaya da varabilir – içindeymiş gibi hissetmenin bir kadın için nasıl bir yük olduğunu fark etmez. Bir kadın kendini takip eden bir erkeği terslediğinde, tokat ya da yumruk yiyebilir.

“Enkazdan bir şeyleri kurtarmak isteyen” erkekler tarafından bir karşı saldırı olamaz mı? Bunların geçmişin sorunu olduğunu; kadın zaten hane halkının bütçesini kontrol ediyor diyen kim? Örneğin, işçi sınıfı hanelerde birçok erkek maaşlarından ufak bir cep harçlığı ayırarak geri kalan bölümünü, hiç söylenmeden, eşlerine teslim ediyor. Erkekler işverenlerden başka kimseyi görmediklerini; ofiste veya fabrikada 8 saat çalışmak zorunda olduklarını; kadınların erkeklerden daha iyi durumda olduklarını ve kadınlarla kolayca yer değiştirebileceklerini söyleyerek yakınacaklardır. Temel resim budur.

Bir ihtimal, ama… Aslında, yer değiştiremezler. Birçok sebepten dolayı; örneğin iş. Düşük gelirli hanelerde, birkaç çocuğu olan bir kadın tarafından yapılan ev işi, fabrikadaki 8 saatlik bir işten yorucu olmakta ve uzun sürmektedir.

Genellikle, her iki birey de bunu yapar.

Evet, ek olarak, her iki birey de bunu yapar. Koca, karısına para verir; ama sıkıldığında, ayrılmak istediğinde ve bir eşi, çocuğu desteklemeyi zor bulduğunda ayrılabilir. Ve hala da hayatını kazanması mümkündür. Ancak, sonunda, kadının hiçbir şeyi olmayacaktır. Maalesef, bu durum çok sık olmaktadır.

“Evlenmediyseniz ve çocuk sahibi değilseniz daha özgür olacaksınız!” diyerek, insanların ‘kadınlara bireysel özgürlük yolunu seçmelerini tavsiye ettiğinizi’ düşünmelerine neden olacak bir sorunu gündeme getiriyorsunuz. Küresel olarak toplumda işler böyle yürümez. İnsanlar yalnız kalmak istemezler; evlenirler ve bu da oldukça doğaldır. Ayrıca çocuk sahibi olmak harika olabilir ve bu da çoğu insan için hayattaki en iyi şeylerden biridir. Kişi, kendini, hayatta belirli şeylerden mahrum bırakmadan toplumdaki bu yaşama nasıl ayak uydurabilir?

Bence erkeklerin ev işi ve çocuk bakımı gibi görevlere kadınlarla aynı şekilde katılmaları gerekir. İşler paylaşılmalıdır. Aynı zamanda erkek, kadın üzerindeki otoritesini bırakmalıdır. Erkeğin eşine kendi kazancından vermesi çok güzel, ancak inanması zor olan durumları anlatan mektuplar aldım; ve benzer durumlar düşündüğümüzden daha da yaygın. Kocaları olmadan herhangi bir arkadaşını veya akrabasını ziyaret etmesine izin verilmeyen kadınları biliyorum ki, böyle bir ilişkiye "aşk" veya
"her şeyi paylaşmak" diyorlar. Ama bu acımasızca…

Bir zamanlar, bir mektup aldım: "Pencereden, kocamın kafeden dönüşünü izliyorum. Geldiğinde bu mektubu gizleyeceğim. Sana yazarsam öfkelenir. Mektubu evden nasıl çıkaracağımı da bilmiyorum.” 30 ila 40 sayfalık bir mektuptu… Hepsini dışarı çıkarması gerekiyordu. “Eğer cevaplarsanız, ‘Bayan’a olarak cevaplayın. Gibi gibi... Bütün bu esrarengiz ve temelde onursuz bu davranış, bazı erkekler tarafından zorbalıkla kadınlara uygulanıyor.

Bunlar, “aşırı” olarak nitelendirilen durumlardır. Şu oldukça şaşırtıcı ki, yaşadığımız toplumda çokça boşanmaktan bahsediyoruz, ancak istatistikler çiftlerin çoğunun boşanmadıklarını gösteriyor. Bu, birkaç trajik olayı gizleyebilir, ancak insanlar genellikle denemek ve geçinmek isterler. Ayrıca, örnekleriniz Latin Amerika’da günümüzde Fransa'dakinden daha sıktır. İyi ki, daha uygar bir toplum olmak için yetiştirildik.

Çok iyimsersiniz. Bazı yerlerde, örneğin, ablamın kültürel faaliyetlerde bulunduğu Besancon'da bu durumun hala devam ettiğini biliyorum. Ablam, evde kalan bazı işçi eşleri ile tanışmış olmalı. Eğer bu kadınlar komşularına gidip bir kahve içseydi ve bunu da kocaları ortaya çıkarsaydı, bu büyük bir tartışmaya neden olurdu. Eş evde kalmalı; gece kocasıyla olan konuşması hariç hiç kimseyle konuşmamalı; asla dışarı çıkmamalı ve kendini ev işleriyle eğlendirmeliydi. Kocasının izin verdiği tek şey bu; çocuklara, eve bakmak... Bu tür bir zulüm, işçi sınıfı, orta sınıf ve üst sınıf arasında da bulunur. Çok ama çok yaygındır.

Bugün bile, yüksek kademelerde çalışan bazı erkekler için ‘kendi kadar eğitimli olmasına rağmen çalışmayan bir eşin’ olması statü sembolüdür. Böylelikle, “Yeteri kadar para kazanıyorum; çalışmana gerek yok.” demiş oluyorlar. Bir başka deyişle, burjuva olduğunuzda ve belirli bir yaşam standardına eriştiğinizde yerleşmiş bir düşünce vardır: “Karın çalışmamalı ve ona bir kürk alabilmelisin.”

Ve kadınlara; “Gerçek bir kadın kocasının çalışmasına izin verir.” durumuna inanması öğretildiğinden; onlar da içinde oldukları bu durumu kabul ediyorlar. Ya da bazen, iki arada bir derede bırakılıyorlar. Çalışan bir kadın ev durumu ve çocuklar hakkında kendini suçlu hisseder ve bu ona zor gelir. Kadın her ikisini de yapabilir, ancak çocuklarını ihmal ettiği, evde yeteri kadar bulunmadığı söylenir ve bu da ona suçluluk hissettirir. Böylece, genellikle kadın pes eder. Kadın erkekle aynı derecede eğitime sahip olsa bile, erkeğin doktor ya da avukat olabileceği anlaşılıyor. Kadın da ev kadını olmaya devam edecektir ve sıklıkla da bu durumdan mustariptir.

Tüm kadınlar çalışmalı mı? Genç kadınlar, bu tercihlerini şimdi yapmak zorundalar. Durum mükemmel olmamasına rağmen ve sonucu ne olursa olsun çalışmalı mı? Çünkü erkekler bir gecede değişecek ya da ev işi yapmaya başlayacak değiller, değil mi? Bir geçim kaynağına sahip olmanın getirdiği özgürlük bu kadar hayati midir?

Evet, öyle düşünüyorum. Ne kadar zor olursa olsun ya da onlara çok pahalıya mal olacak olsa bile ekonomik açıdan bağımsız olmak hayati önem taşımaktadır. Ve olacaktır; evi geçindirmek de hala onların, kadınların görevi olacaktır. Ancak, zihinsel olarak ya da psikolojik olarak bağımsız olmak da gereklidir. Aksi takdirde alternatif düşünce tarzı sunamazlar ve kocaları gibi düşünmeye, onların kaprislerine karşı koymaya, tekliflerini yerine getirmeye vb. durumlara zorlanırlar.

Kocalarını sevmedikleri halde yanında kalmak zorunda olmaları fuhuştan farklı veya ondan daha fazla takdire şayan bir durum değildir. Ayrıca geçim kaynakları olmadığından, kocaları ile para için bir arada kalmaları insan olarak değerlerini de inkâr ediyorlar demektir. Bu nedenle tüm kadınları çalışmalarını; olabildiğince nitelikli hale gelmelerini; mümkün olduğunca ilginç bir iş bulmalarını ve bunların üzerinde özellikle de ekonomik bağımsızlıklarını sağlamalarını tavsiye ediyorum.

Bu durum bugün bile kolay değil; hala bariz bir eşitsizlik var. Ebeveynler, sizin de dediğiniz gibi; “Kızımız için fedakârlık yapmaya gerek yok, nasıl olsa evlenecek. Erkek kardeşi için fedakârlıklar yapacağız, onun için değil.”diye düşünmeye devam ediyor.  Bu haksız muamele içten içe bir isyan hissi uyandırır. Kadınlar ilgi çekici bir şey yapmak ve gerçekten bir “birey” olmak istiyorlar, ancak fırsat, bazen sadece daha az parlak ve daha az yetkin olan erkek çocuklar için veriliyor.

Feminizmde sıklıkla kullanılan, ancak her zaman açıklanmayan bir kelime "cinsiyetçilik" kelimesidir. Bu kelime ne anlama gelmektedir?

Bu, bizim yarattığımız ve “ırkçılık” kelimesiyle benzeşen bir kelimedir. Irkçılık, ırk temelinde insanlar arasındaki ayrımcılığın kabul edilebilir olduğuna inanan bir öğretidir. Cinsiyetçilik, insanları cinsiyetlerine göre ayıran bir tutumdur. Biz, erkeklerin kadınlar üzerine yağdırdığı hakaretlerin bir sonucu olarak cinsiyetçilikten bahsetmeye başladık. Sanırım, 1945 yılında çıkartılan bir kanun, bir adama "pis Yahudi" ya da "pis Arap" demeyi suç haline getirir. Birisi bir Arap ya da bir Yahudi’ye bu şekilde hakaret ettiyse mahkemeye çıkarılabilir. Ama bir kadına “Seni lanet sürtük!” ya da “Seni akıl hastası kaltak!” dense bile, buna karşı bir kanun bulunmamakta. Dolayısıyla MLF'deki (Kadınların Kurtuluşu Hareketi) bazılarımız, bu formdan başlamak üzere her tür cinsiyet ayrımcılığıyla savaşmayı amaçlayan bir kadın hakları birliği kurdu. Irk ayrımcılığını yasadışı olarak kabul eden kanunun, aynı şekilde cinsiyet ayrımcılığı için de uygulanmasını istiyoruz. Ve sadece hakaretler için değil, ayrımcılıkla da mücadele edecek bir yasa istiyoruz. Bunun nedeni göründüğünden daha da önemli. Bu, bütün bir zihniyetin reforma uğramasının yanı sıra, aynı zamanda çocukların da en azından okulda yetiştirilmeleri anlamına gelmektedir. Yani, bir annenin oğullarını ve kızlarını nasıl emzirdiğini asla bilemeyiz.

“Karma eğitim” verilen okullarda bir ayrımcılık var mı?

Evet var; oğlan ve kız çocuklara verilen ders kitaplarında var… Hatta sorunlar şöyle anlatılabilir: “Anne mutfağa X sayıda yumurta getiriyor.”, “Babanın tamir işleri için somun ve cıvataları var.” Bilmiyorum, benzer şeyler işte… Bu tür köklü ayrımcılıklar tüm ders kitaplarında görülüyor. Tarihin de bir anlatılma şekli var sonra... Tarihe her zaman erkek perspektifinden değinilmiştir - örneğin Fransız tarihi - ve kadın perspektifinden asla değinilmemiştir.

Bu konularda düşünmeye başlayan birçok kadın için, erkeklerin nasıl görüldüğü konusunda bir sorun var. Bazı feministler erkekleri tamamen reddeder; erkekler olmadan daha iyi olduğunu ve bunun erkek egemenliğinden kurtulmanın tek yolu olduğunu düşünürler. Durum sizin için böyle değil ama… Söylediğiniz bir şeyi çok dokunaklı buldum: “Hayatımın en büyük başarısı Sartre’dır.” Bu, iki insanın birlikteliğine “aşk” ya da “yakın bir ilişki” anlamında inandığınızı gösteriyor. İki kişiliği; bir insanı ve bir kadını derinden birleştiren bu sevgiyi, bugünün kadınlarının --50 yılda farklı olabileceği gerçeğinden ayrılmadan-- eskisinden daha fazla kişisel tatmin talebinde bulunabileceği gerçeğiyle birleştirmek nasıl mümkün olabilir?

Söylediğiniz gibi, birçok kadın şu anda bunun uygun olmadığını düşünüyor. Erkekleri tamamen reddeden kadınlar, bunu yalnızca mücadelenin geçici bir safhası olarak görüyorlar. Bir kez daha ırk meselesiyle karşılaştırabiliriz. ABD'de Kara Panterler ve diğer siyahi devrimciler, beyazlarla olabilecek herhangi bir ittifakı reddetti. Ve çoğu, şimdi, bu safhanın ötesine geçti. Kendileriyle güçlü bir ittifak içinde olan, siyasi olarak da siyahilere sahip çıkan beyaz bir kişinin yoldaş olarak kabul edilebileceğine inanıyorlar. Kadınlar için de bu durum aynı. Bir erkeğin yanında yaşamanın ya da sadece bir erkeği sevmenin ödün vermek olduğunu düşünen kadınlar var. Veya bir erkeği sevmenin ve hatta bir erkekle yaşamanın mümkün oluğunu düşünen kadınlar da var.

Sanırım Sartre ile ben başarılıydık, çünkü birlikte yaşamamıştık. Evli olup olmamak çok önemli değil; birlikte yaşamak ya da birlikte yaşamamak da çiftlerin ayrışmasına ve bozulmasına neden olabilir. Bazı kadınlar, bir erkekle yaşamanın, bir erkeği sevmenin ya da bir erkekle ilişki kurmanın mümkün olduğunu düşünür. Ancak, kadınsılık tuzağına düşmemek için çok dikkatli olmak gerekir. Adamınız için istisna yapmak her zaman için cazip olandır: "O farklıdır." demek ya da ona ait bazı şeyler kabul etmek gibi… Birçok genç feminist için, erkeklerle ilişkisi olanlardan biliyorum ki, bu da işleri zorlaştırıyor. Hayatı zorlaştırıyor ve bazen bu zorluklar eşleri için de geçerli oluyor.

Bir başka deyişle önümüzdeki birkaç yıl, belki de onlarca yılda bu tür şeyler yavaş yavaş değiştiğinden, psikolojiyle ilgili ve kökleşmiş olduğundan dolayı erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkiler daha zor, daha çatışmalı ve daha karmaşık olacak.

Erkekler için zor, tabii ki, çünkü pasif ve itaatkâr birine sahip olmak güzel... Dediğim gibi, kadın genellikle bu itaatkârlığının karşılığını özel olarak, evde erkeğin başının etini yiyerek, çekişerek ya da çatışarak öder.  Ev içi bu anlaşmazlıklar genelde kadına uygulanan bu baskının bir yansımasıdır. Belki de daha berrak, ancak belirli şekillerde de daha sert ve daha fazla talepkâr bir ilişki, bu korkunç anlaşmazlıkları ortadan kaldıracaktır.

Söylemek istediğim bir diğer şey de kadınların kurtuluşunun, bundan yararlanmaya çalışan erkekler tarafından saptırılıyor olması… Ve bu da kadınlara zarar vermektedir. Şu anda doğum kontrol yöntemlerine ve kısmen kürtaj erişimine sahibiz.. Şu anda kadınlar cinsel tabuları reddediyor ve onların büyük bir kısmı cinsel açıdan özgürleştiklerini söyledikleri için erkekler, kadınları hemen yatmaya zorlayarak ve kadınlara "Ne? Artık reddedemezsiniz! " diyerek onlardan yararlanmaya çalışıyor. Bu yüzden bugünlerde daha çok tecavüzün yanı sıra bahsettiğim, sokakta saldırıların da olduğunu düşünüyorum. "Neden olmasın? Benimle yatmıyorsan gerçekten de özgür sayılmazsın." Ancak özgürleşmiş olmakla, herkesle uyumak aynı anlamına gelmez; bu anlamdan çok uzaktır. Bu da erkeklerin durumu nasıl istismar ettiğini gösteriyor.  Ve böylece, kadınların kazanmış olduğu zaferler yine onlara karşı olacak şekilde kolayca döndürülmüş olur. Kadınların bakireler, iffetliler, anneler, kız kardeşler, eşler diye “onurlu kimseler” olarak temsil edilmeleri gerektiği sürece başka bir sorun daha var. Kimse onlara bugün birçok erkeğin yaptığı gibi hakaret edemez ve onları kötüye kullanamazdı.

Son bir soru... Kürtaj için feminizmin Fransa'da ne kadar önemli bir savaşta olduğu konusunda konuştuk. Farklı toplumsal sınıflardan kadınları birleştirecek ve onlara küresel bir vizyon vadedecek yeni cephe ne olacak dersiniz? En acil şey nedir, bir sonraki feminist savaş ne olacak?

Bence, taktik ve strateji açısından --çünkü işlerin nasıl gelişeceğini bilmek zordur-- en acil meselelerden biri, bugün kadınlara dayatılan şekilde ev işleri yapmayı ve kadınları birer köleye çeviren analık görevlerini yapmayı reddetmektir. Sanırım annelik köleliğine ve ev işi köleliğine karşı savaşmalıyız. Sanırım bu, birçok kadını harekete geçirebilecek bir konu. Birçok kadın bu durumdan mustariptir.

İşte bu son soru için sonuncudan daha dramatik ama aklıma şu an gelen bir hikâye: Geçen gün France Soir'de “Fransızların boş zamanlarını geçirme biçimleri” hakkında bir yazı vardı - örneğin öğle tatilleri... Oldukça kızgın görünen bir kadın - 35 yaşındaydı, evli ve 2 çocuk sahibiydi - şunları söyledi: "Öğle yemeği molam, bir mola değil. Ben bir öğretmenim. Eve gelip çocuklarım için öğle yemeği hazırlarım. Yemek için onlara sebze ve et pişiririm. Çocuklarım ayrılır ve kocam eve gelir. Televizyon seyreder; öğle yemeğini tabağa koyarak ona servis ederim. Kendime de yiyip kalkmak ve bulaşıkları yıkamak için kısıtlı bir zaman kalır.” Bu durumun ne kadar adaletsiz olduğunun çok bilincindeydi. Kocası kadar dışarıda çalıştı ve ek olarak çocuklarının ve kocalarının ihtiyaçlarına kölelik yaptı, onları besledi, bulaşıkları yıkadı... Bence bu, çok sayıda kadını harekete geçirebilecek bir temadır. Ve ben, bu durumun belirli sayıda açık görüşlü erkek tarafından anlaşılmasını sağlayabileceğimizi düşünüyorum.

Sorun şu ki, kürtaj evde tartışılması gereken kişisel bir savaşken, kadınlar bunun için sokağa çıktı. Bu durum mutlaka bir uzlaşma arayışını gerektirir. Ve bu, büyük bir çaba ve kararlılık da gerektirir. Bu nedenle, bu konu muhtemelen daha uzun sürecektir.

Bu konu çok daha zor. Ancak burada, MLF (Kadınların Kurtuluşu Hareketi) tarafından organize edilen toplantılar, kadınlara birbirleriyle konuşmayı ve sıkıntılarından uzaklaşmayı öğreterek çok daha yararlı olabilir. Bu toplantılar ayrıca, onların durumlarının adaletsizliğinden haberdar edilmelerine ve böylelikle içinde oldukları durumu reddetmelerine yardımcı oluyor. Aynı mücadelede diğer kadınlar tarafından da desteklendiklerini düşünürlerse, ayakta kalmaya ve savaşmaya hazır olacaklarını düşünüyorum.

Teşekkür ederim, Simone de Beauvoir.

0 yorum var:

Yorum Gönder

 
Sağlıcakla kalmanızı dilerim.