5 Mart 2015

Hayıf

5 Mart 2015
Can sıkıntısı.

İşte bu kadar. Hepsi bu kadar. Can sıkıntısı. Onca yıl yaşadıktan sonra, bir tek bu açıklayabiliyordu yaşamımı: Can sıkıntısı.

Ben de ilk başta kabullenmek istemedim. Olur mu hiç öyle şey dedim. Kavuşturdum ellerimi arkamda, odanın bir o ucuna bir bu ucuna yürüyüp yürüyüp geri geldim. Durdum ve hiddetlendim: Hayır, olamaz! Bir insanın yaşamı nasıl olur da tek bir his ve cümleyle açıklanabilir! Hiçbir şey yapmadıysam bile, yaşadım ulan ben, yaşadım! Ailem oldu benim, dostlarım oldu, sevdiğim kadınlar ve çocuklarım oldu. Hadi geçiniz bu klişeleri! Tamam, geçiniz; geçelim! Hay hay! Peki ya işten kaytarıp da gittiğim deniz kenarları da mı bir anlam katmadı hayatıma? Yolda yürürken gözlerimi indirip kaldırırken bir anlığına dahi olsa gördüğüm insanların hayatını tahmin etmeye çalışmam da boşa mıydı? Kaç defa ama kaç defa bir müziğe teslim ettim ben ruhumu? Kalkıp da yakasını silkelemedim mi hiçbir şeyin? Tam da karşısında durmuşken, hiçbir şeye gönül rahatlığıyla haykırmadım mı? Bağırmadım mı hiç? Tanrım, ben ne biçim bir insanmışım! Hiçbir şey yaşamadım mı?

Sonra olduğum yere çöktüm odanın içinde. Bir miktar, ama çok az bir miktar daha üzüldüm. Boş evin sessizliği çöreklendi tekrar düşüncelerime. Yalnızlığım pıt pıt diye -aynen böyle- vurdu sırtıma. Kimse kalmamıştı geriye. Kimse kalamamıştı. Kimseyi sevmemiş gibiydim, kimse beni sevmemiş gibiydi. Günler ve geceler boyunca aynı yerde oturdum -ya da öyle sandım. Uykuya daldım, uyandım, rüya bile görmeden geceleri geçiştirdim. Tatsız bir anı ve yarım yamalak hatırlanan bir hayal gibiydi her şey. Bunun için mi yaşamıştım? Geriye dönüp baktığımda, tam da şimdi, şu an, ya da o an, içinde kıvrandığım odanın ve evin ve şehrin ve hayatın anlamsızlığı bir an bile gözlerini kaçırmadan yüzüme bakıyor ve gerçeği haykırıyordu: Can sıkıntısı.

Evet, öyle. Can sıkıntısı. Böyleydi işte yaşamım. İnkar bile edemiyordum. Zihnimde bir kenara fırlatamıyordum bunu. Can sıkıntısı. Her zaman bir can sıkıntısı ile yaşamıştım. İlk çocuğumu kucağıma alırken ya da annemin mezarına ilk toprağı savururken, kovulurken işimden ve bir yenisine daha girerken, evlatlarım birer ikişer evi terk ederken ve anneleri de bir gün onlara eşlik ederken, tanımadığım kadınlarla sevişirken, sonra yıkanırken ve uyurken, uyandığımda yatağın içinde gözlerimi kırpıştırarak bir şeyleri düşünürken, boş verirken ve kalkıp üstümü giyinirken, kahvaltıyı atlarken, otobüse binerken ve durağı kaçırırken, birinin omzuna çarparken, özür dilerken, diletirken veya bir dilenciyle karşı karşıya gelirken, geçerken, geçiştirirken, hatta unutur ve hatırlamazken bile can sıkıntısı içinde boğulup durmuştum.

Çok direttim. Diretmiştim. Şimdi hatırlamıyorum, ama umarım diretmişimdir. Böyle olmasını istememiştim çünkü. İstememeliydim. Umarım istememişimdir. Oysa artık biliyorum hayatımın sonuna geldiğimi. Kaçacak bir yerim yok. Kaçsam bile yapacak bir şeyim yok. Ne için kaçacakmışım? Daha fazla can sıkıntısı için mi? Hadi canım sen de! Değmez. Değmiyor. Bu hayatta hiçbir şey yaşamı çekilir hale getirmiyor. İlk gençlik yıllarımda, henüz daha kendimi kandırırken, kandırabiliyorken ve bunu anlamıyorken, belki bir parça adına yaşam diyebileceğimiz bir şeyler vardı. Ama hayır, onlar da aptallıklarla doluydu. Yıllar sonra gelen bir günah çıkarmayla birlikte yok olup gidecek düş kırıklıklarıydı sadece.

Kalktım sonra. Odanın içinde biraz daha dolanmak istedim. Tam olarak bir istek de değildi. Alışkanlıktı daha çok. Vazgeçtim. Bir koltuğa bıraktım kendimi. Birkaç yılı da orada geçirdim. Önceleri televizyonu açık bırakmıştım. Sonra kapattım ya da kendi kapandı. Hatırlamıyorum artık. Umursamıyorum ya da. Bilemiyorum. Bir bardak su için kalktım mutfağa doğru. Odalar sandığımdan soğukmuş. Buna bile şaşırmadım. Bardağı sol elimle kavrarken, sağ elimi masaya dayadım. Kim bilir kaç yıl daha geçti orada. Yaşlandım.

Tanrının beni unuttuğunu ve tüm can sıkıntımın bundan kaynaklandığını düşündüm. Çok kısa bir düşünceydi. Kendine bir yaşam alanı bile bulamadan yok olup gitti. Gülümsemeye çalıştım. Başaramadım. Pek de üstünde durmadım bunun. Tamam dedim, işte bu kadar, benden bu kadar! Kapıya yöneldim ve geçirdim ayakkabılarımı ayağıma. Olabildiğince yavaş davrandım. Bir hırka ya da mont almayı uygun bulabilirdim. Ama bulmadım. Anahtarı çevirdim ve açtım kapıyı; dışarı ilk adımımı attığımda, ikincisinin çoktan yolda olduğunu anladım.

Çektim kapıyı. Anahtarı almadım. Geriye bir not bile bırakmadım. Geriye bir notu okuyacak tek bir kişi bile bırakmadım.

Can sıkıntısı.

Bir tek bu kaldı işte yaşamımdan. Bunu da kimseye anlatamadım. Anlattıysam bile, kimse hatırlamadı.

Ümid Gurbanov

0 yorum var:

Yorum Gönder

 
Sağlıcakla kalmanızı dilerim.