6 Kasım 2016

Tavan

6 Kasım 2016
Kimseye kendimden bahsetmedim, kendim olabilecek bir ihtimalin üzerinde durdum daha çok. Kimse de aradaki farkı umursamadı. Kendimi kolaylıkla kandırabilmemi işte bu umursamazlığa borçluyum. Kendimi her anlattığımda bir parça daha değiştiğim hissine kapıldım. Ağzımdan çıkan sözcüklere inanmaya başladıktan sonra, kendimi sadece yeni insanlar ve yeni sözlerle inşa edebileceğimi düşündüm. Bir başkası olabilmek için sadece bir başkasına ihtiyacım vardı. İşin en güzel yanı, bir başkasının da bir başkası olarak bana ihtiyaç duymasıydı. Kimse bunu önce kendisine sonra karşısındakine itiraf etmedikçe her şey olabildiğince yolunda ilerliyordu.

"Hayır," dedim ardından. Soruyu doğru anladığım bile söylenemezdi. "Sevmem için hiçbir sebep yok." Bir adet çatık kaşa katlanmam gerekti. Sonra işler kolaylaştı. "Peki," denildi, birkaç laf daha edildi. İkimiz de o masaya kendimiz olarak oturduk ve kendimiz olarak kalktık. İkimiz de o masaya bir başkası olarak oturduk ve bir başkası olarak kalktık. Gülüşmeler, sıkılan eller; elveda denildiyse bile, akılda kalmadı. Sonra yol boyunca hep aynı düşünceler: Hiç kendin olabildin mi?

Kimileri abartılı bulur kendi olmayı. Dökülen bir miktar su gibidir insan, bir kısmı erken varır yere, bir kısmı parçalara bölünür, sağa sola sıçrar, dümdüz iner ya da eğilip bükülür. Kendini dökülen suyun hangi kısmında gördüğünle ilgilidir aslında her şey. Döküldüğünü ve eninde sonunda yere çarpacağını unutmadıkça herkes olabilirsin -ve her şey.

Kapıya anahtarı soktuktan sonra bir müddet dikildim durduğum yerde. Bu düşünceler nereden geliyor aklıma? Birinin kendini anlaması bu kadar mı zor? Yoksa kendimin neye tekabül ettiğini çoktan buldum da, büyük bir hayal kırıklığı içinde bunu reddetmeye mi uğraşıyorum? Kendim dediğim şey, dökülen değil, çoktan yere dökülmüş ve ağır ağır salınan bir su mu yoksa? Kimileri de işte böyle düşünür kendi olmak hakkında. Her şey bitmiş, gitmiş ve yitmiştir.

İçeri girdim, çıkan ayakkabılar, kapanan kapılar, birkaç boş adım ve kanepeye uzandım. Karşımda tavan vardı. Yorgunluk içindeki gözlerimi yavaş yavaş kapadım. Karşımda yine de tavan vardı, bu seferki kapkaraydı.

Ümid Gurbanov

2 yorum var:

butlân dedi ki...

Gülümseyebildim sadece, bunları sadece ben düşünmüyorum demek dedim. Kendimi bozup yeniden kurgulayabileceğim bir hikaye olarak görmeye başladığımdan beri kendiliğe olan inancımı yitirdim. Dışarıdaki insanlara gözlemciler diyordum, aralarından en sevdiklerim beni istediğim gibi görenlerdi, kendimi çok aşağılık hissettim. Bazen de görülen insan olmaya çalışırken yorulduğum oldu, beni ilk nasıl gördülerse öyle kalayım diye, tutarlılık adına umrumda olmayarak çok davrandım, çoğunlukla her şeyden sıkıldım. İnsanların hayat arkadaşlarından bahsederken bir hikaye yazdığını düşündüm, sanırım hayatımıza bir diğerini davet ettiğimizde kendimizi tanımladığımız cümlelerin altını çizecek ve sözlüklerde yer bulacak bir anlama kavuşuyoruz. Tanımlanmanın rahatlığı. Kedisine hergün bakan bir insan bir süre sonra yüz hatlarını yitiriyor, yahut bir yüzü olduğunu. Saatlerce kafamın içinde böyle dönen cümlelerin şekil bulmuş halini yazmışsınız, şimdi onların da bir adı var, teşekkürler.

Ümid Gurbanov dedi ki...

Sanırım aynı düşünce ve histe olan insanların bir şekilde birbirlerini fark ettiği anda oluşan o gülümseme hissini biliyorum. Değerli yorumunuz için teşekkür eder, esenlikler dilerim.

Yorum Gönder

 
Sağlıcakla kalmanızı dilerim.